Fransa’da semboller yeni olabilir, ama yöntemler yeni değil. Cumhurbaşkanı, ülkede yeni bir Fransa imajı yansıtmaya çalıştı. “Göçmen kökenli” üç kadın seçti ve onları Fransa’nın “çeşitliliğini” temsil etmeleri için hükümetine “entegre” etti. Fakat deney başarısız oldu ve ülkenin eski şeytanları, hiçbir şeyin değişmediği sosyal düzenin derinliklerinden yüzeye çıktılar. Büyüyen gelir farkı, ayrımcılık, yapısal ırkçılık ve oy hakkından mahrum bırakılanlar kadar zenginler için de coğrafi ayrım, halen nesnel gerçekler. Ayaklanmaların banliyöleri vurduğu 2005 yılından beri değişen bir şey yok. Ülkenin sosyal konutlarında yaşayanlar; ister beyaz, siyahi veya Arap olsunlar, şüphe ve güvensizlikle algılanan ikinci sınıf vatandaşlar. Kendilerini kurban olarak görmeyi reddedebilirler ama onları marjinalize eden makine “öteki”ye dönüştürmeyi de başardı. Siyasi retorik sadece kafa karışıklığına sebep olur: Göç, İslam, entegrasyon, sınıf farkına değinmemek için sosyal adaletsizlik ve ırkçılık. Sosyal problemleri etnik veya İslami olarak adlandırmak, bütün bir siyasi kurumun varsayılan tutumu haline geldi ki bu doğrudan sömürgeci zihniyete giden bir yaklaşım. Geçmişte Fransa’nın uygarlaştırma misyonu, sömürgeciliğin yarattığı siyasi yıkımı maskelemek için adeta kanun sayılırdı. Günümüz Fransa’sında sosyal ve ekonomik adaletsizliği maskelemek için, kültürel ve dini sorunlara değiniliyor. Savlar tamamıyla aynı, kaçınma aynı, sömürü aynı. İçişleri Bakanı M. Guéant bazı uygarlıkların diğerlerinden daha değerli olduğunu bile söyledi. Dönüp dolaşıp aynı noktaya geldik: Sömürgeci düşünce ulusal politikayla el ele verdi.
***
Fransa’nın başkanlık seçimlerine yaklaştığı yıllarda; türbandan, peçeden ve burkadan, sokaklarda ezandan, helal etten, (tam Tunuslular Fransızlar’ın desteklediği bir diktayı düşürürken) göçten ve son olarak cihatçılıktan ve güvenlikten bahsedildi. Siyasi tartışmanın kifayetsizliği ve kıtlığı, yürütülen kampanyanın kesinlikle en önemli nitelikleri. Bu arada sosyal ve ekonomik sorunların yokluğu ve İslam, güvenlik ve göçün hadsizce dile dolanması, zehirli bir siyasi iklim ortaya çıkardı. Görünüşe göre Fransa kendini göremiyor ve içinden çıkan birden çok sesi dinleyemiyor. Siyasi körlük ve sağırlık ülkede kol geziyor; her yerde güvensizlik var.
Fransa Müslüman vatandaşlarına özerk olmaları için çağrı yapıyor ve aynı zamanda hükümet dini meseleleri ve kimlik politikalarını; Cezayir, Fas, Suudi Arabistan veya Katar elçilikleri üzerinden yönetmeye devam ediyor. İslam’ı ve büyük şehirlerin yoksul mahallelerini yönetmek, Paris Saint-Germain futbol kulübünü yönetmeye hiç benzemiyor. Tartışma yaratacağı hesaplanan siyasi temalar, günlük olarak sömürülüyor. Meseleler kutuplaştı, tartışma histerik bir boyuta ulaştı. Fransa değişime yakalanmışken, siyasetçiler seçmenleri yanlış yönlendiriyor. Bir yandan onların korkularını körüklerken, bir yandan da tarihin akışına karşı her şeyin aynı kalacağı konusunda onları temin ediyorlar.
Zaman değişti; siyasi geleceğe baktığımız gözlükler de değişmeli. Bu sadece zaman meselesi. Artık bir Fransa vatandaşı beyaz, Asyalı, Arap, ateist, Hintli, Budist, Yahudi, Hıristiyan, Müslüman veya başka herhangi biri olabilir. Fransa bölünmez bir Cumhuriyet ve bir yandan da çok-kültürlü. Tarihi ise hafızalar yaratıyor. Geleceği; eşitlik ve saygınlığa, haklara duyduğu saygıya ve adaletli bir çeşitliliği benimsemesine bağlı. Bu bir gecede olmayacak. Şimdiki seçimler, ne yapılmaması gerektiğini gösteren bir ayna gibi. Tarihin bizden ne beklediğini bize hatırlatıyor. Eğer Fransa nazari değerlerini korumak istiyorsa, siyasi pratiklerini değiştirmeli.
* Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.