ABD’nin Libya Büyükelçisinin öldürülmesi göründüğünden daha önemli bir olay. Çünkü muhtemel etkileri çok boyutlu. En başta, Amerikan iç siyasetine etkisi olacak tabii ki. Seçim sath-ı mailindeki ABD’de Obama’nın şansı zora girebilir. Çünkü şimdiki Başkan “İslami aşırılıkçılığa” karşı fazlasıyla müsamahakâr olmakla suçlanıyor ve bu olay suçlamalara hak verdirecek bir kanıt olarak aleyhinde kullanılabilir. Bush idaresinin müdahaleci-saldırgan dış politikasına alternatif olarak kurgulanan ve bugüne kadarki uygulamasında bir sorunla karşılaşılmayan “Obama Doktrini”nin iflası ilan edilebilir. Buna karşı da Obama yeni bir pozisyona yönelme ihtiyacı hissedebilir. Bunun anlamı Libya’da meydana gelen olayın Amerika’nın dış politikası üzerinde ciddi değişikliklere yol açması ihtimali. Bu değişikliklerden içinde bulunduğumuz bölgenin ve bu arada Türkiye’nin de etkileneceği kuşkusuz.
Obama krizi yönetemedi
Libya’daki olay Obama yönetimini her anlamda olumsuz yönde etkileyecek ama şu da bir gerçek ki gelinen nokta Washington’un kendi eseri. Çünkü bir defa İslam’a hakaret içerikli ve provokasyon niyeti aşikâr bir film dolayısıyla ortaya çıkan krizi iyi yönetemediler. İslamofobik atmosferin etkisi altında konuyu “düşünce özgürlüğü” bağlamında ele almaya kalkıştılar. İşin bu raddeye gelebileceğini öngöremediler. İkincisi, bir önceki 11 Eylülden ders almamışçasına, Selefi grupların Arap Baharı sürecinde demokratik halk hareketlerine yön verme çabalarını ve burada oynamaya çalıştıkları rolün neye hizmet edeceğini anlayamadılar. Mesela İslam’ın kutsallarına yönelik bir saldırının niçin koskoca İslam dünyasının sadece belirli bir coğrafyasında reaksiyon doğurmuş olduğunu analiz edemediler. Son derece profesyonelce yürütülen bir operasyonun farkına varamadılar.
Selefilerin derdi ne?
Selefi grupların Arap Baharı sürecinde demokratik halk hareketlerine yön verme çabaları... derken ne demek istiyorum? Arap dünyasındaki halk hareketlerini esas olarak İhvan-ı Müslimin örgütlenmesinin veya o çizgideki diğer yapıların mobilize ettiği kitleler gerçekleştirdi. Ne var ki bazı güçler bu ülkelerde iktidarın İhvan çizgisindeki kadrolara verilmesine razı değil. Libya’da, Mısır’da, Suriye’de birileri Selefi adı verilen birtakım grupları bu amaçla kullanmaya çalıştılar, çalışıyorlar.
Bu grupların toplumsal temsil gücüyle orantılı olmasa da ellerindeki silahın ve Körfez’den akan “petrodolar”ların gücüyle oluşan geniş bir siyasal etkinlikleri var. Üstelik sadece Ortadoğu’da değil, Türkiye’nin tarihi hinterlandı durumundaki Balkanlarda ve Kafkasya’da da Ankara’nın etkinliğini sınırlamaya yönelik bir faaliyet içindeler. Bütün buralarda Selefi grupları yönlendirenlerin ABD’de Obama yönetiminin devamını arzu etmeyen çevreler olduğunu da hatırlatalım ki kafalar fazla karışmasın.
Selefilik bu değil
Selefilik aslında İslam geleneğinde akıldan ziyade nakli esas almayı savunan anlayışın adı. İslam’ın ilk asırlarında yerel kültürel öğelerin veya asrısaadette mevcut olmayan yeni uygulamaların dine karışmasına engel olmak için çaba gösteren hareketin mensupları kendilerini eskilerin (Selef) yolunda olduklarını anlatmak için Selefî diye adlandırıyorlardı. Fakat bugünün Selefiliği -özellikle Vehhabilik Suudi Arabistan’da egemenlik kazandıktan sonra- İslam’ın şekilci ve katı bir yorumuna dönüşmüş durumda. Kendileri dışındaki Müslümanları doğru yoldan sapmış gören ve “kılıçla” doğrultmayı düşünen bir hareket.
Diğer yandan, Selefi anlayışı benimseyen grupların ideolojik motivasyonlarla kolayca mobilize edilebilen kitleler oluşu ciddi bir problem kaynağı. Modern dönemin Selefilerinin öteden beri İngiliz ve Amerikan emperyalist politikalarının sadık askerleri olageldiğini hatırlarsak, bugünlerde birtakım oyunlarda kendilerine rol verilmesine şaşırmamamız gerekir.