Siz bu satırları okurken ben eteklerim (aslında pantolon paçalarım) zil çalarak Selanik’te film izliyor olacağım. Selanik Film Festivali’ne, ona ev sahipliği yapan kente ve halkına olan aşkımı ilk kez ilan etmiyorum. En azından yılda bir kereden fazla ilan edip kimseyi bıktırmıyorum... Yazılı olarak yani... Sözlü olarak, çevremde bu festivalin ve kentin fahri propagandisti olduğumu duymayan kalmamıştır.
Peki ben Selanik’i niye severim? O kadar dünya çapında festival dolaşırım niye ille de Selanik’e gitmek isterim? Kentte ve halkında ne bulurum?
Sakin, iddiasız, keyifli, kültürlü sıfatlarını arka arkaya sıralasam belki yeterli olur. Aslında İstanbul’u ve İstanbul Film Festivali’ni neden seviyorsam, Selanik’i de aynı nedenle seviyorum. Ama önemli avantaj farklarıyla: Kent, eski İstanbul’un ve eski İzmir’in havasına ve lezzetlerine sahip. Karşıyaka olmadan İzmir’i hayal edin, Pier’e alışveriş merkezi yerine sinema salonları açın, dünya sinemasından şahane bir seçkiyi gösterin, deniz kokusuyla sinema tutkusu karışımından tatlı bir sarhoşluk yaşayın...
Kıyıya inen sokak ve meydanlara ise birbirinden hoş küçük restoranlar serpiştirin, Beyoğlu Balık Pazarı’nın ya da Kadıköy çarşısının daha büyüğünü de kıyıya paralel biçimde uzatın gitsin. İşte size doyumsuz lezzetler zinciri... Deniz ürünleri, mezeler, suvlakiler, retsinalar, uzolar, çörekler, börekler, frappe kahveler... Hem de her keseye uygun cinsinden. Bu keyifli sofraları ekleyin filmlerin önüne ya da arkasına... Konserlerle kulaklara ziyafet çekin...
* * *
İşte size Selanik Film Festivali! Nam-ı diğer modern Dionysos ayini!
Hangi programı yapsanız, hangi sinemacıyı tanıtmak isteseniz hiç çekinmezsiniz salonlar boş kalır diye... Herkesi merakla kucaklayan, öğrenmeye açık, klasiklerden sıkılmayan, tanınmamış yönetmenlere burun kıvırmayan, deneysel çalışmalardan vebaymış gibi kaçmayan, yeni yapımlara ukalalık etmeyen bir izleyici kitlesi var. Örneğin, Balkan Survey bölümü bu yıl Rumen sinemacı Zelimir Zelinik’in retrospektifini yapıyor. Bugünden itibaren ben de filmlerini yakalamaya çalışacağım, çünkü hiç tanımıyorum! Adını bile duymamıştım! Eminim ki her gittiğim salon benimle aynı hevesi paylaşan Selanikli izleyicilerle dolu olacak. Oysa 15 milyonluk İstanbul dahil her biri kaç milyonluk koca koca kentlerimizin film festivallerinde böyle bir toplu gösterim yapacak olsak salonların doluluk oranı bizi mahçup eder...
Beş Avroluk bilet fiyatları hala süren o feci ekonomik krizden bu yana Selanik izleyicisini de vurdu, ama yoksulluk sınırının üstünde yaşayabiliyorsa insan zamanla tüketim önceliklerini kültür sanat düzeyine göre belirliyor.
Türkiye’den yapımlar ise salonları tıklım tıklım doldurur her daim! Her ihtiyaç duyulduğunda çevirmen olarak bu gösterimlerin soru cevap seanslarına katıldığım için Selanik izleyicisinin ilgisine, bilgisine, sevgisine, duyarlılığına hayran olmuşumdur. Bu kez Festival’in ikinci yarısından itibaren Selanik’te olacağım ve bütün Türkiye yapımlarının ve Fatih Akın’ın “Kesik”inin gösterimlerini kaçırdım. “Kış Uykusu”, “Kuzu”, “Sivas” ve “Kesik” haftasonu 22.00’den sonraki seanslarda gösterildi. Gece yaşayan bir kent olduğu için Selanik standartlarında en popüler seanslar olduğunun altını çizelim. Zaten üçer saatlik “Kış Uykusu” ile “Kesik”i seans iptal etmeden göstermenin başka çaresi yok...
Tabii benim asıl hedefim Yunan sinemasından yeni örnekleri izlemek, kalan vakitte 100. yıl nedeniyle gösterilen klasiklerden görmediklerimi tamamlamak. Malumunuz komşuda da büyük bir atılım oldu, birçok yönüyle gelenekten farklılaşan, yeni bir tavır geliştiren ve yeni bir dil yaratma sürecine giren genç bir sinema çıktı ortaya. 2014 yapımlarından izlenimlerimi yazacağım.