Bir telefon geliverse gece yarısı ve "evladım anneni kaybettik' deyiverse telefondaki ses... Otuz katlı bir binanın çatısından aşağı düşmeye başlar çocukların kalbi o anda. Çocukların kalbi, annelerin kalbiyle atar çünkü. Birisi sustu mu, diğeri şaşar kalır...
Milli Görüş davasının kıymetli neferlerinden, değerli yol arkadaşım, Asiye Şimşek, bir trafik kazasıyla aniden uçuverdi aramızdan. Kimsenin olmadığı zamanlarda kimseydi; yoksulları doyurur, yetimleri evlendirir, talebelerin sofra ihtiyacından ısınma ihtiyacına kadar gözetir kollar, misafirini baş tacı eder, garip gurebaya kol kanat gererdi. Saf, arı-duru, tertemiz bir kar tanesi gibiydi siması da şahsiyeti de... Ömrünü güzel ahlak timsali olarak yaşadı. Kur'an'ı Kerim'ini okumaya gelen genç hoca hanımlar öyle dediler; "Çavuşbaşı'nın gülüydü...' Gül ki sevgili Peygamberimizin (sav) rumuzudur İslam edebiyatında, ne mutlu ki Asiye arkadaşımız gibi çevresini hoşnut edebilenlere... İşiniz hayır, hasenat, yolunuz iyilik, güzellik, simanız tebessüm olunca, etrafa gül kokusu yayılıyormuş demek ki...
Eşi, eski Çavuşbaşı Belediye Başkanımız Osman Şimşek beyefendiye de acil şifalar dileriz. Gerçi eşi başarılı bir politikacı, hizmet ehli bir mahalli idare yöneticisi, toplum önderiydi ama yöre halkı onu eşinden ayrı; "abla' olarak tanır bilir, güvenirdi. Onu kar, kış, çamur içinde, kapı kapı dolaşarak, hal hatır sorarken hatırlıyorum, onu, kışın bacası tütmeyen evleri tek tek tespit edip, çuvalla odun kömür taşırken hatırlıyorum. Laz kızıydı, elbette taşır, götürür, kotarırdı, onu salon toplantılarında elinde mikrofonla halka hitap ederken hatırlıyorum, onu Ramazan'da talebelere boy boy iftar sofraları hazırlarken hatırlıyorum... O bu davanın isimsiz binlerce kahramanı gibi, idealist bir hayat yaşadı. Bir dinamo gibi, sürekli enerji üretti. Filistin'in, Mescid-i Aksa'nın, Mavi Marmara'nın sevdalısıydı... Çoluk çocuk o yoldaydılar, hem de karşılığını sadece Allah'tan dileyerek, kimseden bir şey istemeden, istemeleri hakları olduğunda bile talip olmadan, istikameti hiç şaşırmadan, böyle dağ gibi sapasağlam duraraktan, hayatı asaletle taşıyarak yaşayanlardandı benim güzel yoldaşım...
Asiye ve Osman Şimşek, bizim Hac arkadaşımızdır, 2003 yılının Haccını, tavafıyla, say'i ile müzdelifesi, arafatı ile hep birlikte ifa etmiştik. Gerçek kişilik, yolculukta ortaya çıkarmış, ben ne kadar gayretsiz, güçsüz olduğumu, ne kadar takıntılı olduğumu hep o Hacc'da öğrenmiştim, ama Asiye öyle miydi ya? Hiç yorulmazdı, hiç gücü tükenmezdi, nefesi hiç kesilmezdi, sürekli tavafta, sürekli yeni bir umrede, elinde Kur'an ile duada, niyazda... Yol gösteren, parlak bir yıldızdı.
Vefatı da öyle oldu arkadaşımızın, evinin içini dolduran komşuları, yoldaşları, talebeler, elinin değdiği her kim varsa, garip gureba, koşarak gelmişlerdi. Bizi o anda teselli edecek tek şey çok sevdiği Kur'an idi... Hatimler indirdik, kelime-i tevhidler getirdik, bir ara hafif sesle okunan Kur'an cüzleri, tılsımlı birer mırıltı gibi, kalbimi müzdelife gecesine götürüverdi, geceden sabaha yürüyerek, yürüyerek ama hiç durmadan yürüyerek geçen mü'minlerin, ayak sesleriymiş gibi geldi o Hatim mırıltıları... Kabrin bir Hacc yolculuğu gibi olsun güzel kardeşim.
Nereden geldiğimizi bilmiyoruz, nereye gittiğimizi de öyle... Ruh hakkında da bildiğimiz hiç mesabesindedir. Bu garip ve kısa dünya yolculuğunun anlamı, bir yerden bir yere kırıp dökmeden, selametle ulaşmak olsa gerek... Cesaret isteyen bir iş insan olmak, bir meçhulden bir başka meçhule doğru yolculuğa çıkmak, ancak insana mahsus... Babam; "herkes korkar, marifet korktuğu halde, cesaretle durmaktadır' derdi bize çocukken... Cesur olduğumuz için mi, hiç ölümü düşünmeden yaşıyoruz, yoksa gafil olduğumuz için mi bu kadar rahatız? Arkadaşım Asiye Şimşek'in vefatıyla, hissettim ki; hakikaten cesur olanlar, hayatı sorumsuzca geçirenler değil, hayattayken ölüm rikkatini kalbinde taşıyabilenlerdir. Bize hayatın ve ölümün karşısında, cesareti ve teslimiyeti sağlamlaştıracak dostlar nasip etsin Rabbimiz. Bize Allah'ı hatırlatan, bizimle hayatta ve ölümde Kur'an'la konuşan, bizi bırakmayan, duasıyla, istiğfarıyla her halimizde bize destek olan, bize sahip çıkan güzel dostlar nasip etsin...
Dostları Asiye kardeşimizi veda gününde de asla yalnız bırakmadılar. Onu, susuzların gönlündeki çölü söndüren serin bir pınar olarak hatırlayacağım. Allah'ın rahmet ve mağfireti ve Efendimizin (sav) şefaati üzerine olsun.
Hafta içinde değerli arkadaşım, Bezmialem Tıp Fakültesi Hastanesini bizlere şefkat çatısı kılan Fatıma Erdoğan hemşiremizin muhtereme validesi Aynur teyzemiz Hakkın rahmetine koştu. Erdoğan ailesine başsağlığı dilerim, güzel ahlakla yetişmiş her bir ferdinde Aynur Teyzemizin bir imzası, bir dokunuşu vardır kuşkusuz... Bir İstanbul hanımefendisiydi Aynur Teyze; "ey kabristanlar, Fatih semtinin saliha hatunu Aynur Valide geliyor, yer açın' diyordu sanki omuzlar üzerinde yüzen haşmetli sandukası...
Arkadaşlarımızın anneleri, bizlerin de anneleri gibi oluyor, zaman içinde. Aynur Teyze'nin yeşil yazma örtülmüş sandukasını son kez öperken, aslında annemi ne kadar özlediğimi, sarılmak, öpmek istediğimin aslında annem olduğunu da fark ettim. Anneler annelere karışıyor, zamanlar zamanlara, gökler göklere, saatler, saatlere... Bir menzile doğru hızla koşuyoruz. Bu koşu nereye böyle? İçimizdeki istekler denizi, çalkalanmasını ne zaman kesecek? Gözümüz ne zaman dünyaya yorulup da hakikate açılacak? Allah yar ve yardımcımız olsun...