Alevilerin sorunları hakkında keskin ve kestirme çözümler getirenlerin farkında olarak veya olmayarak inşa ettikleri bir eksen var. Öncelikle, Aleviliğin herhangi bir otorite, kurum veya unsur tarafından tanımlanmamasını talep ediyorlar. Bu, özünde tutarlı bir talep. Eğer sorunlar çözülecekse, sorunların muhatabı olan unsurun kendisini tanımlamak istemesinden daha doğal ve gerçekçi bir durum olamaz. Lakin sıkıntı tam da burada başlıyor.
Türkiye’deki din-devlet ilişkilerinin sorunlu ve çarpık yapısına hiçbir referansta bulunmadan, Alevilerle ilgili mağduriyetlerin salt haklar ve özgürlükler dünyasında ya da saf seküler hukuki çözümlemelerle giderilmesi mümkün müdür? Can alıcı sorumuz budur. Bunca yıldır, bir yönüyle soruna neşter atılamamasının temelindeki yapısal sıkıntının başında da mezkûr sualle yüzleşmeme çabası bulunmaktadır.
Devletin seküler bir düzlemde, hiçbir dini referansa doğrudan veya dolaylı, toplumsal kaynaklı veya bürokrasi kökenli, tarihten beslenen veya güncel gelişmelerden etkilenen bir yapısı olmadan, eşitlikçi vatandaşlık hukuku tesis etmesi mümkün müdür? Bu, bırakın gerçekçi bir zeminde hayata geçmeyi, hipotetik olarak mümkün müdür?
Eğer bir entelektüel Disneyland dünyasında yaşamıyorsak, salt insan hakları diskuruyla eşitliğin ve adaletin tesis edilemeyeceğini, son tahlilde ancak kurucu bir siyaseti ortaya koyan iradenin eşliğinde, toplumsal hazmın sağlandığı bir düzlemde sorunların hal yoluna gireceğini de görmemiz gerekiyor. Son 12 yıl boyunca, AK Parti döneminde birçok farklı başlıkta yaşanan tedrici muhafazakâr demokratik ‘devrimin’ serencamının tam da yukarıda bahsettiğimiz şekilde vukû bulduğunu görürüz.
Mevzubahis yaptığımız ‘makasa’ tekrar dönecek olursak, karşımıza Kemalist deformasyonun sebep olduğu din-devlet ilişkilerinin tamir edilmesi başlığından başka bir şey çıkmıyor. Aleviler -kendilerini nasıl tarif ederse etsinler- taleplerin mahiyetinden bağımsız bir şekilde yapısal bir değişim için baskı yapmış oluyorlar. Yani ister dini bir topluluk olarak ister dini kimlikten istifa ederek, hatta salt haklar dünyasında seküler bir eşitlik arayışında olsunlar, din-devlet ilişkileri masaya gelmek durumundadır.
Tam da bu noktada, Kemalizm’in yıllarca din-devlet ilişkileri bağlamında icat etmek için büyük maliyetleri göze aldığı, bunu yaparken de bugün taleplerini dile getiren kitleden de ciddi destek aldığı ‘ilkel sekülerizm’ karşımıza çıkmaktadır. Devletin en radikal, hatta fanatizm boyutunda seküler olmasında katkısı bulunanlar, ortaya çıkan düzenden, devletin dini bir kimlik olarak gördüğü sorunlarını çözmesini arzuluyorlar.
Peki, bu makas bir patinaj alanına dönüşmeden nasıl aşılacak? Bu soruya makûl bir cevabın dibacesi; ilkel seküler projenin eleştirilmesi ve yanlışların dillendirilmesiyle ortaya çıkabilir. Ardından, yeni Türkiye dünyası içerisinde Alevilerin de yer alacağı bir tamir ve tadilat için yol haritası benimsenebilir. Zira bütün sorunun baştan aşağı patent hakkına sahip olan Kemalizm ve CHP’ye toz kondurmayıp, tarihsel derinliği bin yılı aşan kadim bir meselenin bütün yükü AK Parti’ye tevdi edilirse, bu içinden çıkılması zor makas yalnızca biraz daha açılmış olacaktır.