Soma’da, işleri başında şehit olan madenci kardeşlerimiz bize, bu ülkeye aslında bir yol haritası bıraktı. Bu ülkenin nasıl büyüyeceğini, kalkınacağını ve kendilerinden sonrakilerin nasıl sıkıntı çekmeyeceğini anlatan bir manifesto bıraktılar... Bilmiyorum onların, omuzlarımızda büyük bir yük olan, mirasını ekmek parası kazanmak için indikleri karanlık derinlikten gün ışığına çıkarıp çocuklarına/çocuklarımıza sunabilecek miyiz? Ama onların bu manifestosunu herkes görmeye çalışsın ve ortaklaştırsın...
Aslında bu manifesto, ilk önce, vicdanı olan hiç kimsenin itiraz etmeyeceği uluslararası iş güvenliği koşullarını içeriyor. Bunları biliyoruz burada tekrar etmeyeceğim. Sonra da, işçilerimizin manifestosu, bize adil bir kalkınma yolunu çiziyor. İzninizle, bu köşenin sınırları ölçüsünde, ben bunu kendimce yazayım...
Batı’nın madenci sömürüsü ve emek istismarı
Başta İngiltere olmak üzere, ‘gelişmiş’ batı denen dünya, merkantilist yağmadan sonra -ki bu süreç 15. yüzyılın başında başlayıp, 18. yüzyılın ortalarına kadar devam eder- sanayi devrimini acımasız emek sömürüsüyle ortaya çıkardı. Batı sanayileşmesi, başta çocuklar olmak üzere, genç kadın ve erkek emeğinin müthiş sömürüsü ile ortaya çıkmıştır. Bu süreç, hem aynı anda hem de öncesi ve sonrası ile ‘mükemmel’ bir sömürgecilik talanı ile taçlandırılmıştır ki, bunun özgün örneği Britanya’dır. Zaten iki büyük dünya savaşı ve diğer pazar paylaşım savaşları, sömürgesi olmayan ya da enerji kaynaklarına uzak yetersiz sömürgeleri olan ‘gelişmiş’ ülkelerin sömürgesi ve enerji kaynağı göreli fazla olan ülkelerin sömürgelerine göz dikmesinin sonucudur. Hitler, Sovyet Rusya’ya saldırmasaydı belki çok zor yenilecekti ve faşizmin Avrupa’daki iktidarı uzunca bir süre devam edebilecekti. Ama Hitler, yenilgiyi de göze alarak, Sovyet Rusya’ya saldırdı.
Çünkü geleneksel Alman sermayesi, onu bunun için, Rusya’nın sonsuz, petrol, kömür, kereste ve diğer madenlerini kontrol altına alması ve Almanya’nın emrine vermesi için iktidara getirmişti. Almanya’nın, Britanya ve arkadan büyük bir hızla gelen ABD ile rekabet edebilmesi için yalnız doğuya değil, kuzeye Rusya’nın Sibirya’daki sonsuz ormanlarına, madenlerine ulaşması ve orayı da aşarak Hazar’a, sonra da uzak Asya’ya geçmesi gerekiyordu. Hitler, aslında Rusya’ya saldırdığı zaman intihar etmişti ve bunu da büyük ihtimalle biliyordu ama başka çaresi yoktu, saldırmasaydı varlık gerekçesini yitirecekti .
Yanlış iki kalkınma çizgisi
İşte bakın burada, 15. yüzyılda başlayıp 20. yüzyılı tamamlayan iki kalkınma paradigması ortaya çıkıyor. Birincisi, yağma ve sömürgeleştirme sonucu ağır bir emek sömürüsüne, kuralsızlığa dayanan Britanya tipi kalkınma... İkincisi, geç kaldığı için faşizme ve savaşa dayanan saldırganlığı içeren Alman devletçi kalkınması... Ama bu ikisi de acımasız bir emek sömürüsü ve zulümle örülü. Birincisi daha demokratik, ikincisi faşizmi içerdiği için daha az ‘demokratik’ falan gözüküyor ama ikisi de aynı kapıya çıkan, Batı tipi kalkınma...
Bu süreç, bence orta Avrupa’da Almanya ile devam ediyor ve Avrupa’nın krizinin de kaynağı bu. Ancak yine bu süreç, Britanya’da 1980’lerin ortalarından itibaren Thatcherizm ile çözülmeye başladı. Demir Leydi lakaplı Margaret Thatcher, 1984’te, birkaç stratejik kömür madeni dışında bütün kömür işletmelerini kapattı. Sendikalar falan ayağa kalktı ama İngiltere kararlıydı; çünkü bunun şöyle sembolik bir anlatımı da vardı; Britanya, talan ve yoğun emek sömürüsü ile başladığı büyük ‘muhteşem’ tarihi süreci bitiriyordu. ‘Sanayi devrimini ben yaptım, ben bitiriyorum ve bilgi toplumuna geçiyorum’ diyordu.
Evdeki hesap çarşıya uymadı
Ancak tam böyle olmadı. Kapatılan maden ocakları, sökülen kilometrelerce uzunluğundaki sanayi devrimi artığı geleneksel sektör fabrikaları güneyde, Asya ve Latin Amerika’da yeniden açılıyor/kuruluyordu ve yoğun emek sömürüsü burada başlıyordu. Ancak bir müddet sonra, güney uyandı, özellikle gelişmekte olan Asya, hem sanayi devrimi verimliliğinde üretiyor hem de bilgi toplumu teknolojisine ulaşıyordu. Almanya ve İngiltere sanayi toplumuna geçişteki başarıyı, bilgi toplumuna geçerken yakalayamadılar. Çünkü teknolojiye Asya’da ulaşıyor ve teknoloji rantı bölüşülüyordu.
Türkiye geç kaldı
İşte Türkiye, tam burada bu yol ayrımını geç yakaladı; biz ancak 2008’den sonra, IMF’nin kovulması ve AK Parti’nin kapatma davası/darbe tehditlerini görece savuşturmasından sonra bu tarihsel dönemece gelebildik.
Ama bu zamana değin, Britanya’nın 1980’lerde çok ‘akıllıca’ yaptığı özelleştirmeleri de biz, tam tersine kapitalizmin aklından bile yoksun bir şekilde yaptık. Türkiye’de özelleştirme süreçleri yalnız ‘mülkiyet’ sorunu olarak algılandı ve özelleştirme, verimsiz devlet işletmelerini koşulsuz, kuralsız özel söktöre devri daha doğrusu yağması olarak gerçekleştirildi. İşte Soma faciası, bu yanlış, sakat, yağmacı özelleştirme anlayışının sonucudur. Devletin devasa kurumları, ‘verimsiz’ aldatmacası ile uzun süreli kiralama (rödovans) ve özelleştirme ile yağmalandı ve bugün Çalışma Bakanı’nın da itiraf ettiği, büyük emek istismarı dediği taşeronlaştırma süreci başladı.
Bu arada şunu da söyleyeyim; taşeronlaştırmayı ortadan kaldıracak yasa ile ilgili, tekelci sermayenin hedefi olan hükümet üyelerinden birisi de Faruk Çelik’tir.
Madende ‘verimlilik’ ter ile değil kanla olur
Şimdi ortalıkta gözükmeyen Soma Holding’in patronu TTK’ın maliyetinin neredeyse onda birine kömür mal ediyoruz diye övünürken, tamam da nasıl bu kadar fark oluyor, diye de kimse sormuyordu. Çünkü şöyle yanlış bir algı vardı; devlet yağmacıdır, özel sektör verimli... Halbuki biz, yine özellikle 2008’den sonra, kamu bankaları örneğinde gördük ki, devlet piyasa koşullarını takip ettiği zaman, tekel konumunu özel sektör gibi kullanmıyor ve böylece hem piyasacı-liberal açık bir ekonominin altyapısını oluşturuyor hem de devlet işletmeleri kâr ediyor. Demek ki sorun mülkiyet değil, anlayıştı. Tabii bu arada, tıpkı özel sektörün bu köhne anlayışına paralel, artık bitmiş bir sendikal anlayışın, bu süreci, tersinden beslediğini de söyleyelim.
Kardeşlerimizin manifestosu...
O zaman Soma’da şehit olan işçi kardeşlerimizin bize bıraktığı manifestonun başlıkları şunlardır:
1- Türkiye, bir zamanların Britanya’sı, Avrupa’sı, Amerika’sı gibi yoğun emek istismarı ile kalkınamaz; Türkiye, Batı gibi sömürgeci bir yağma sistemi ile kalkınamaz. Bu zamanlar hem kapandı hem biz bu tarihten-gelenekten gelmiyoruz.
2- O halde Türkiye, sanayi toplumunun 21. yüzyıl başındaki gereklerini yerine getirecek. Yanlış, emek istismarına yol açan özelleştirmeleri bir düzenlemeyle geri alacak. Bunları yeniden halka arz ederek verimli işletmeler olarak özelleştirecek. Taşeronlaştırmaya hemen son vererek, bu konudaki uluslararası anlaşmaları imzalayacak ve dünyaya örnek, yaptırımları olan iş güvenliğini yasasını -ki hazır- hemen devreye sokacak.
3- Soma Holding dahil bütün yanlış özelleştirmeler ve stratejik madenler halka arz edilmek üzere, devletin bağımsız denetim kurumlarına emanet edilecek.
4- Türkiye, sanayi toplumu geçişi ile bilgi toplumu geçişini birlikte sağlamak zorundadır ve bu potansiyeli, beşeri sermayesi vardır. 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı önemli bir rehberdir. Eğitim, vergi ve diğer reformlar hemen yapılmalıdır. Bunları yapacağız, bunlar bize şehit işçi kardeşlerimizin vasiyetidir.