Yemin’ ve ‘yümn’ iki akraba kelimedir. Yemin, ‘sağ’ demek, ‘yümn’ de ‘iyilik’ ve ‘uğur.’
Kur’an-ı Kerim’deki ‘Ashab-ı Meymene’ ve ‘Ashab-ı meş’eme’ ‘sağ’ ve ‘sol’ ashabıdır.
Bazılarına göre, ‘Ashab-ı meymene’ sağcılardır, ‘ashab-ı meş’eme’ solcular.
Ahirette, amel defterleri kendilerine sağ taraftan verilenler ve sol taraftan verilenler, diye de tefsir edilir.
Hani ‘meymenetsiz’ deriz ya, ‘uğursuz’ anlamına. Bu, insanların, çok eski devirlerden beri ‘sağ’a atfettikleri ‘uğur’la çok ilgilidir.
‘Şe’m’ ise, hem ‘kötülük’, ‘uğursuzluk’ hem ‘sol’dur.
‘Şom ağızlı’ bilirsiniz. Hani kötü bir şey söyler, ‘şimdi ayağı kayar’ veya ‘şimdi hasta olur’ gibi. Ve olur. Ona derler. Uğursuz ağızlı. Şe’m’den üremedir.
‘Sol ağızlı’ demek adet değil ama, desen caizdir. (Bunları, babamın mektep arkadaşı, Türkiye’nin önemli Arapça alimlerinden Prof. Dr. Hüseyin Tural hocama sordum. Teyid etti.)
Solcuların canı sıkılmaya çoktan başlamıştır ama, üzülünecek bir durum değil.
Çünkü solcu değiller. Ne onlar solcu, ne ötekiler sağcı. Hem de bağlam çok farklı.
Burada anlattığım ‘dil’ mevzuunun, siyasetteki sağcılık ve solculukla hiç bir alakası yoktur.
Sağcılık, çağdaş bir insan halidir.
Türkiye’deki ‘sağcılık’ Kur’an-ı Kerim’deki ‘yemin’ veya ‘meymenet’ kelimesinin ‘rayiha’sından istifade etmiştir.
Türkiye’deki pek çok mütedeyyin insan, ‘Neme lazım, Kur’an’da geçiyor, solcu olacağıma sağcı olayım’ diye düşünmüştür.
Genç zamanlarımda, köylerde çok sorulurdu bana. Lübnan’da, ‘solcu müslümanlar’ ve ‘sağcı Hristiyanlar’ vardı. Radyoda söylerdi. Ne zordu izah etmek. Kafa kilitli.
Adamlar solcuysa, niye Müslüman?
Sağcıysa niye Hristiyan?
Bizim eski sağcılar, Filistin’i uzun zaman sevemedi.
Sebebi buydu. Filistin, solcu bilinirdi. Bu durum, bizdeki İsrail muhiplerinin işine çok yaramıştır.
Sonradan, 70’lerde yavaş yavaş ısındı millet Filistin’e. Zaman geldi, solcular terketti Filistin’i. Sağcılar, İslam’ı farkettikçe, Filistin’e, Kuds-i Şerif’e sahip çıktılar.
Paralel alem’in İsrail’i hissedilir bir şekilde korumaya alması, acaba, bu eski sağcılıklarla alakalı mıdır?
Ne zaman mı?
İsrail için kullanılan ‘Resmi otorite’ lafı literatüre geçtiği zaman. Veya ondan önce. Veya ondan sonra. Veya şimdi.
Haberi verirken, Gazze’den atılan roketin 3 kişiyi yaraladığını hemen altbaşlığa yazıyor. Yani, İsrail’in az da olsa, müslüman öldürmek için gerekçesi var. Nitekim, hemen aşağıda,‘Hamas tehdit etti.’ (12 Temmuz.)
Ertesi gün, iki paralel birden ‘katliamdan kaçış’ yazmış. Bu, çıplak gözle baktığınızda, katliamı değil, ‘kaçış’ı yazmaktır.
Kara saldırısı başladığı gün laf, ‘Gazze yanıyor.’
Sanki Gazze’de orman yangını çıktı!
Bu gevşeklik, 40-50 yıl önceden kalma sağcılıklarla alakalı değil. Başka bir iş var. Daha özel bir irtibat.
Doğru manşetler yok değil. Özellikle, eleştiriler ayyuka çıkınca.
Ama neden, bu kadar tekellüflü?
Bu arada, Hoca’dan Gazze’ye taziye mesajı da gelmiş. Filistin’in işgalinden 66 sene sonra!
İsrail’e, kınamayı, mülaaneyi, mübahaleyi bırak bir tarafa, ‘hardal tanesi kadar’ teessüf bile yok. Neden bu kadar zor?
Bence olacak. Hepsi görecek.Kaçamayacaklar.
Katillere lanet etmeyene kimse ‘adam’ demeyecek.
Müslümanı, Hindusu, Hristiyanı, Budisti, Yahudisi, dünyada ne kadar din ne kadar mezhep varsa, hepsi gördü. Dinsizi bile...
Vicdanı olan herkes gördü.
Vicdanı olan herkes Paris’te, Madrid’de, Roma’da, Lonrda’da, Şili’de, İspanya’da, Çin’de, her yerde ayağa kalktı.
Bizim nam-ı hesabımıza can veren o çocuklar, o kadınlar, o adamlar... O şehitler gösterdi.
İsrail’in kanlı elini tutan üç beş rejimden başka kimse yok?
Onlar da, ne zaman bir İsrailli’nin elini sıksalar, gidip peçeteyle siliyorlar!
Şehitler, galip geldi.
Üç beş rejim görmese de, insanlar, vicdanlar, katili teşhis etti.
Sesleri, sağırların kulağını parçaladı.
Yüzlerindeki nur, Yusuf’un gömleği gibi, göremeyenlerin gözlerine nur oldu.
Bu, şehit bebeklerin zaferidir.
Arkası gelir.