İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı Şehir Tiyatrolarının mazisi çok eski. Ve sadece seyirlik temsillerin sahnelendiği tarihi bir gösteri merkezi değil aynı zamanda bir sanat mektebi, sözlere ve mimiklere sinmiş şehre dair ruhun yansıdığı, İstanbul’a has kentlilik hüviyetin yansımasıdır bu tiyatrolar...
Darülbedayi’den Şehir Tiyatrolarına geçişteki 100 yıllık zaman tünelinde şehrin hem çileli hem şen şakrak günlerine tanıklık etmiş bir sanat yuvasından bahsediyoruz. Muhsin Ertuğrul’lu, Bedia Muvahhit’li ,Vasfi Rıza’lı, Suna Pekuysal’lı günlerinden bugünlere, evimizdeki her neslin kendine has artistler portföyü olurdu. Anneannemden, anneme, bana ve çocuklarıma kadar, evdeki dört neslin birden seyrederek, hatta içinden geçerek sahiplenilen bir sanattan bahsediyoruz, Şehir Tiyatroları derken.
Keşanlı Ali Destanı’ndan, Lüküs Hayat’a, Cimri’den, Bir yaz Gecesi Rüyası’na kadar, yerli yabancı pek çok değerli oyunun sahnelendiği, büyük aktörlerin, aktrislerin, yönetmenlerin, dekorcuların, ışıkçıların yoğun emekler vererek beğeni ve zevk çıtasını yükselttiği, İstanbul Şehir Tiyatrolarının, siyasi kamplaşmaların, restleşmelerin yeri yapılmaması gerekiyor.
Son yaşadığımızrepertuar sansürü olaylarını da sanat ve kültür yönetimi olarak çok sakıncalı bulduğumu söylemeliyim. Duyduğumuza göre; sahneye konmuş, kostümleri dikilmiş, hazırlanmış ‘’Mavi Kuş’’ oyunu gündemden çıkartılmış. Eserin yazarı, Mustafa Kutlu olduğu için mi? Kimdir Mustafa Kutlu? Ömrünü hikaye sanatına adamış, eserleri dünya dillerine çevrilen, sinemaya konan, yazarların hocası, yaşı kemale ermiş, yaşayan en mükemmel öykücülerimizden... Ayrıca siyasi bir çatışmaya hiç bir zaman dahil olmamış bir kişi. Ahir ömründe onun eserini sansürlemek, kimseye hayır getirmez. Çünkü Mustafa Kutlu, İstanbul’un ayrılmaz bir parçasıdır, tıpkı Selim İleri gibi. Gerçi kendisi sansürcülere gereken cevabı vermiştir; ‘’Hiç farketmez!’’ şeklindeki bu kısa cevap, çok uzun yıllardır, sol kulüplerin tekelinde hep dışlanarak ama hiç kaybolmadan bugünlere gelmiş milli sanatçıların cevabıdır...
Keza Prof. İskender Pala’nın tiyatro repertuarından çıkartılması da benzeri bir ayıptır. Ahmet Ümit ve Mario Levi ile birlikte “Önce söz vardı” diyen bu İstanbullu sesi kısmak, kime ne kazandırır...
Diğer kısıtlanan, sansürlenen, yasaklanan, kaldırılan sanatçımız ise Üstad Necip Fazıl Kısakürek. Şimdi şu yukarıda isimlerini saydığım kişiler ne kadar apolitik sanatçılar ise, Üstad, tam aksine o kadar siyasal, o kadar inanç ve hareket ideoloğu bir kişidir. Vefat ettiği güne kadar sol görüş tarafından hep sansür edildi, hiçbir resmi tanınma yaşamadı, zaman zaman kitapları yasaklandı, kendisi düşünce suçlusu olarak hapis yattı. Yıllar yılı yasaklandı da ne oldu? O, kendini hiçbir zaman saklamadı, romantizmin tülleri arkasında gizlenmedi. Ama o Necip Fazıl’dır, işte şiirleriyle, piyesleriyle, roman, hikaye ve makaleleriyle edebiyatın her alanında çok değerli eserler vermiş bir fikir adamıdır. Nesillerin peşinden koşarak ve iştiyakla yürüdüğü bir dava adamıdır...
Üstadın “Reis Bey” adlı piyesini geçen yıl Ankara’da Devlet Tiyatrolarında, kapalı gişe seyrettik. Hatta dili ve felsefesi itibariyle gençlere ağır gelebilir diye düşünürken, gençlerin rağbetini görmek bizleri çok etkilemişti. Şimdi ne oldu da bu oyunlar rafa kaldırıldı... Sansürle ne kazanacaksınız... Bunca ağır yasaklamalar ve yok saymalarla bugünlere geldiniz de ne oldu? Toplum, Necip Fazıl kimdir diye sorunca; sağına, soluna, ardına bakmadan ayağa kalkıp, “benim” diye fırlayacak her yaştan gençle dolu...
Ne yazık! 25 yıl sonra yeniden tiyatro kamplaşması başladı...