Seher Ablamızı görmeniz lazımdı.
Yıllar dalgalar gibi her çarpmada bir avuç kum alıp savuşmak istemiş ama yüzüne bir gıdımcık çizgi ekleyememişti. Seher Abla güzelliğin masalsız olmayacağını bildiğinden kendine bir masal uydurmuştu. Neymiş efendim her gün halis Isparta işi gül suyu ile yıkarmış yüzünü de o sebepten güzelmiş teni, cildi. Peki yüzündeki nur nereden gelir? Gül suyu ile yıkamak değil ya gül yaprağı ile ovsan bile böyle nurlu olmaz bir kimse. Eski adamlar ne güzel söylemiş. Bir çerağ ki Allah yaka onu kimse söndürmez. Yani bir ışığı Allah yakacak yoksa sonradan uğraşmayla olmaz. Bir kişinin yüzünün nuru Allah tarafındansa o nuru kim söndürebilir? Ve bir kişiden Hüda nurunu esirgerse o kişi gül suyu ile her gün beş posta çimse bile bir faydası olur mu?
İşte Seher Abla da öyle nurlu idi. Seher Ablayı anlatmaya kalem kağıt yetmez. Bizimkisi nefsimizi körlemek yoksa Seher Abla’yı anlatmaya kalktığımı onu tanıyanlar duysa, “yahu git dağları delip su getireceğim de daha akıllı bir işe soyunmuş olursun. Seher laf ile anlatılamaz.” derdi…
Seher Abla’yı değil de onun etrafında olanı biteni anlatayım. Seher Ablam ile kocası Ferruh Sırrı Efendi gül yaprağında, fil kulağında yaşadılar. Ezilmediler, incinmediler, yokluk görmediler, kahır çekmediler, yollarına iyi insanlar çıktı, kötü ile imtihan olmadılar. Ama o kutlu yuvada çocuk sesi eksikti. Sanki bu saadet tablosunda bir nazar boncuğu gibi çocuk sesinden mahrumdu o yuva. Evlerine girenler, misafir olmak şerefine erenler diyordu ki evde öyle bir koku var ki o koku hürmetine ayağını uzatarak oturamazsın, boş laf konuşamazsın, vara yoğa gülemezsin. Herkes merak ederdi; kokusu bu kadar hürmete layık evin kendisi nasıldı acaba?
Ben o eve giremedim ama kokunun Seher Ablam mahreçli olduğunu bilirdim. Aslında hepimiz bilirdik ki o evde güzellik namına ne varsa Seher Abla’nın yüzü suyu hürmetinedir. Herkes aynı şeyi söylerdi. “Şu Ferruh Sırrı Efendi de ne şanslıymış, hem güzel hem becerikli hem de merhamet çeşmesi gibi bir kadınla evli!”
Ama herkes derdi ki Seher’in hayatı ibretlik bir tablodur. Öylesi güzellikler içinde bir kadının hayatında bir çocuk civildemesi eksiktir. Bu manada Rabbim demek istemektedir ki bu yalan dünya bir temaşadır gider ama hep bir noksan ile gider. O noksan senin benim imtihan yerimizdir. Tüm dişlerin tamam olsa bir tane çürüğün olsa aklın orada olur ve unutma senin imtihanın da o çürük dişten olur. Seher Ablamın çürük dişi de evladının olmamasıydı.
Ferruh Sırrı Efendi Türkiye’de gitmediği doktor bırakmadı. Büyükler, “önce tabip bul sonra ilaç ara” demişler. O da tabip aradı epey bir zaman. Sonra Türkiye’de elediği doktor tabip yetmiyormuş gibi Amerika’ya kadar uzandı. Babadan kalma serveti olduğundan Ferruh Sırrı Efendi’nin eli kolu uzundu. Sonunda senin haritada yerini bile bilmediğin yerlerde onlar doktorlar buldular. Ve doktorlar el birliği edip bu işe bir çare bulalım diye meşveret ettiler. Ama sonunda anlaşıldı ki kulların kuvvetiyle çevrilecek bir iş değildir bu. Ancak Allah isterse onların evladı olabilecek. Çünkü ne kocasında ne kendinde kusur vardı Seher Ablamın. Bu haber uçup geldi herkesin kapısına kondu ve Seher’de kusur yokmuş Ferruh Sırrı da sağlammış denildi. Ama bu haber sebebiyle iş daha bir tılsımlı oldu. “İkisinde de kusur bulunmuyorsa onların payına evlat türküsü çığırmaktan ve duaya çökmekten başka bir şey kalmıyor.” dediler.
Ve Seher Ablamın konu komşu çocuğuna şeker, şerbet, defter , kalem dağıtması o günlerde başladı. Çocuklar aşağı mahalleden, yukarı mahalleden umre kafilesi gibi onu ziyarete geliyorlardı. Seher Abla hurma, ceviz, bilye, boncuk, lokum sucuğu, erik ezmesi, dut pekmezi, kayısı pestili ve okuması yazması olanlara da defter kalem veriyordu. Yalnız bir tek talebi vardı. Eli kalem tutanlar defterlerinin en başına, “Seher Ablamın hanesine bir kuş konsun” yazacak. Bu duayı defterin başına yazdın mı artık Seher Abla’nın has adamısın defterlere, kalemlere, kenarı işlemeli mendillere, hatta çikolatalara doyarsın. Okuması yazması olmayanlar da yatmadan evvel iki ellerini açıp “Allahım elleri benim gibi gözleri benim gibi bir kuş isteyen herkese bir de Seher Ablama dileğini ver.” diyecekler. Bu duayı ezberlersen artık istediğin kadar şeker yiyebilirdin. Zamanla şöyle bir laf çıktı. Seher bir çocuğa kalem defter veriyorsa o çocuk ilerde okuyup büyük adam olacak demektir. Yok eğer şeker çikolata veriyorsa o çocuk okumaz. Bu lafı duyunca annem bana sordu. “Sana ne verdiydi Seher Ablan?” “Bana çikolata vermişti.” diyemedim. Annem üzülmesin diye “defter kalem verdi” dedim. Sonra anneye yalan söylenir mi hiç diye kendi kendimi yedim. Ama Seher Abla’nın verdiği çikolatalar Almancıların çikolatalarına beş basardı. Ben her Seher Abla ziyaretimde çikolata istedim. Bu sırrımı kimseye söylemedim. Ama zibidi arkadaşlarım beni anneme ispiyonlamışlar. “Seher Abla defter verecek ama bu senin oğlun çikolata istiyor.” demişler. Annem bana kızar diye düşünmüştüm ama kızmadı. “Olsun yesin benim paşam yesin de zihni açılsın.” dedi. Bir rahatladım ki sormayın.
Seher Abla öğle vaktine kadar çoluk çocuğu sevindirir. Öğle vakti ise cami çıkışına gelen garipler, deliler ve hastalara çorba dağıtırdı. Onlardan tek dileği ise yine bir çocuk civildemesiydi. “Benim hanem de şen olsun. Dua beklerim kardeşler, bacılar…” derdi
Ben Seher Ablam’dan defter değil şeker, çikolata aldım. Ama evdeki tüm defterlerimin başına Seher Ablamın hanesine bir kuş isteyen dualar yazdım. Sadece ben değil çevremde ne kadar çocuk varsa kırık dökük kelimeler, çarpık bacaklı harflerle dualar yazdılar defterlerine. Ama Seher Ablamın hanesine kuş hiç konmadı. Ferruh Sırrı Efendi de tez zamanda göçtü gitti.
Seher Ablam yalnız kalınca artık çoluk çocuğa şeker şerbet dağıtımına hız verdi. Sabah başlayıp öğleye kadar devam eden dağıtıma anneler, babalar çocuklarını ısrarla gönderirlerdi. “Yavrum sizin yüzünüzde Hüda nuru var. Henüz teriniz ekşimemiştir, cennet kokarsınız. Varın Seher'in gül yüzüne yüz sürün de çocuk kokusu alsın. Yüreğinin yangını azıcık da olsun dinsin.” derlerdi.
Seher Ablam hasta olup da kanser denilen arsız derde müptela oluncaya kadar çocuklara evini açmaya devam etti. Kanser dalına basıp da perişan olunca hastaneye yattı. Biz de çoluk çocuk bitli böcük kim varsa hastanenin bahçesine doluştuk. Bize verdiği defterlerden sayfalar koparıp yere kocaman “Anne geçmiş olsun.” diye yazdık. Seher Abla uzak yerlerin mahir doktorları elinden tılsımlı ilaçlar içmiş de şifa bulmuş gibi rahatlamış, gül yüzünde güller açmıştı. Doktorları dermiş ki o gün Seher Hanım’ın sevincini anlatmak zor ama melekler kayıt altına almıştır onun sevincini ve bu sevince vesile olanları… Sonra kanser denilen kansız dert hükmünü icra etti ve Seher Abla bin türlü inlemeyle can verdi. Mezarını yapan usta demiş ki mezar boyunca sıralı küçük havuzlar yaptım. Sağ iken hanesine kuş konmadı bari mezarına kuş konsun da kana kana sular içsin. Seher’in duası da böylece kabul olsun. Aşk olsun o mezarcıya ne ince görüşlüymüş!….
Şimdi ben her defterimin başına “Allahım bir bekleyiş içinde olanlara beklediklerini ver” diye yazıyorum ve rahmet diliyorum Seher Ablama Allah’tan…Siz de dileyin ne olur…