Ankara’da peş peşe gerçekleşen katliamlardan sonra, terörle mücadelenin tanımının yeniden yapılmasını isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki gün önce de, Malazgirt ve Çanakkale ruhu ve azmiyle teröre karşı Türkiye’yi seferberliğe davet etti.
Türkiye’nin ve Avrupa’nın başı küresel terörle belada ve beladan kurtulmak için, sadece Türkiye’nin değil, başta ABD ve AB olmak üzere, dünyanın küresel terörle ilgili felsefi ve siyasi inanç ve kanaatlerini gözden geçirmesi ve terörle mücadele söz konusu olduğunda, Türkiye gibi çok zor, çok acı veren tecrübelerden geçen bir ülkeyle şakadan değil, ciddi işbirliği yapması gerekiyor.
Küresel terörün hedefinde dün Brüksel vardı. Metro ve havaalanında patlayan bombalarda 34 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda yaralı var.
Brüksel’de patlayan bombalar, AB ülkelerini kuşku yok ki çok sarsacak ve terörle mücadelenin hukuki, siyasi koşulları, kamuoyunda tartışılmaya başlanacaktır.
Türkiye’nin terörle mücadelesi ile AB ülkelerinin terörle mücadelesi arasında, temel bir fark vardır. Türkiye’de şiddet ve terörün, toplumsal kaynakları, beslendiği ana akım ve ideolojiler, son yıllarda, ilginç ama korkutucu bir “meşruiyet” alanına sahip oldu.
Durum öyle bir hal almış durumda ki, Türkiye’de PKK şiddeti ve terörüne akademide, medyada, siyasi partiler içinde, tanınan toleransı anlayabilmek için, çok geniş araştırmaların yapılması gerekir.
Şiddet ve terörü bir çeşit rasyonelleştirme siyaseti, son yıllarda karşılaştığımız en tuhaf ama topluma en çok zarar veren bir siyaset tarzı olmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’yi seferberliğe davet ederken, sanırım en çok da şiddete ve teröre bu söylediğim alanlarda tanınan toleransı ve sunulan desteği hatırlatmaktadır.
Ne yazık ki, Kandil’den yapılan açıklamaların değişik versiyonlarını, bugün köşe yazılarında, sivil toplumun konferans ve toplantılarında, üniversite derslikleri ve anfilerinde, birer sözlü ve yazılı metinler-kanaatler-olarak duymak çok zor değil maalesef..
Amerika ve AB ülkelerinde, bizdeki ölçülerde, herhangi bir terör örgütüne, düşünsel ve davranışsal olarak-bir katliamcının taziyesine gitmek-bizdeki ölçülerde ve olay bazında gördüğümüz bir takım örneklerin kapsamında rastlamak mümkün değildir.
Dolayısıyla, bizdeki durumdan farklı olarak, kimsenin aklına, Obama, Merkel veya Hollande’ı iktidardan düşürmek için, El-Kaide, DAEŞ gibi örgütlerin terör ve şiddet uygulama potansiyelini ve gücünü kullanmak, veya faydalanmak gelmez. Böyle bir şeyi aklına getiren, bunu sözlü ve yazılı olarak ifade eden kendini ya yurtdışında ya da cezaevinde bulur.
Cumhurbaşkanının bu daveti yerinde ve gerekli bir davettir.
Hak ettiği ölçülerde tartışılmalı ve ifade ettiği hakikatler akıldan çıkarılmamalıdır.
Bir yıl içinde Paris’te veya Berlin’de peş peşe üç büyük katliam yaşansaydı, Hollande ve Merkel de aynı şeyi yapar, Almanya ve Fransa halkını terörle mücadele için seferberliğe davet ederdi.
Üstelik biz öyle bir coğrafyadayız ki, bu coğrafyayı bir kader gibi yaşıyoruz ve bu kader maalesef mutluluk verici bir hatta işlemiyor. Şu kadarını hatırlamak yeterli: Iraklı, veya Suriyeli olmanın, artık bu iki ülkede yaşayan halklar için bir değeri kalmadı.
Sıranın bize gelmesini, ortak tarihdaşlığımızın ve geleceğimizin yerlerde sürünmesini, bu ülkenin üniter birliğinin serseri bombalar ve mayınlarla paramparça olmasına izin veremeyiz.
Türkiye’nin içinde bulunduğu şu kanlı ve korkunç kuşatma ortamında, Cumhurbaşkanının seferberlik davetine, hayır diyebilecek bir Türkiyeli yoktur ve olamaz da.