Siyasetçi önce kendisine güvenmeli.
Kendi beynine ve yüreğine.
Sonra halkına güvenmeli.
Aynı zamanda halkının güvenine mazhar olmalı.
Halkına güvenen bir siyasetçi halkıyla her koşulda hemhal olur.
Bilir ki halk olmazsa kendisi olmaz.
Halkının güvenini kazanmış bir siyasetçi her anlamda güçlü ve saygın bir siyasetçidir.
Ülkemizdeki cari “Partiler demokrasisi” ne yazık ki bu denklem üzerinde yürümüyor.
Halk sevdiği partisine oy veriyor. Partisinin listesindekiler seçiliyor. Halk o isimleri istemiyor olsa bile partisinin hatırına verdiği oy dolayısıyla sevmediği ve güvenmediği kişileri seçmiş oluyor. Sonuçta, seçilenler gerçek anlamda halkın seçtikleri olmuş olmuyor.
Ortada tanımına uygun halkın vekilleri yok; halk için uygun görülen vekiller var.
Bu sistemin değişmesi şart.
Halk nasıl ki doğrudan kendi başkanını isim/aday bazlı seçiyorsa kendi vekillerini de isim/aday bazlı seçebilmelidir.
Diyelim ki bir ilin beş vekili var. Partiler bu sayıyı 5 katına çıkartıp 25 adaylı bir listeyle halkın karşısına çıkabilmeli. Halk istediğini bizzat tercih ederek seçmeli ki o vekil siyaseten güçlü olsun. En önemlisi, halktan koptuğunda bir daha asla seçilemeyeceğini bilerek halkla yürüyen bir siyasetin takipçisi olsun. Bakalım o zaman halkın telefonlarına bakmamazlık edebilecekler midir, kibir budalaları olarak dolaşabilecekler midir?
Alışmışlar yukarıdan aday gösterilip seçilmeye. Yukarısı tamam dediğinde halk istemese kaç yazar, tekrar seçilebiliyorlar nasıl olsa. Niye halkın derdiyle dertlensinler ki, niçin seçim bölgelerine her hafta gitsinler ki! Bu yüzden siyaset halktan kopuyor. Halkın siyasete ve siyasetçiye olan güveni giderek zayıflıyor.
Bütün makamlara liderin oluruyla gelmeye alışan siyasetçiler bir bakıyorsunuz seçimli yarışlardan rahatsızlık duymaya başlıyorlar.
“Lider talimat verecek, gidip makama oturacak!”
Birilerinin istediği, daha doğrusu alıştığı düzen bu.
Bir siyasetçi, bürokrat değildir. Bürokrat refleksiyle hareket eden siyasetçileri kenara almakta yarar var.
Böyle gelmiş olabilir ama böyle gitmez.
Bu siyaset düzeni siyaseti bozuyor. Siyasetin ahlakına gölge düşürüyor.
Kendini sevdirmişse yol arkadaşlarına zaten girdiği bir seçimli yarışta başarıyla çıkar bir siyasetçi.
Siyasetin kendisi bir seçimdir.
Bir yarıştır.
Seçimsiz ve yarışsız bir tek bürokratlar kendilerine iktidar alanı sağlarlar.
Önerim odur ki yeni dönemde seçilenler de tıpkı halk gibi görevlere talip olanlar arasından kimi uygun görüyorlarsa doğrudan oylarıyla o isimleri seçebilmelidirler.
Siyasette başarılı olmanın bir yolu da birlikte siyaset yapanların birbirlerine güvenmeleridir.
Güven duymadığınızı seçmeyeceksiniz, seçiyorsanız güven duyacaksınız. Onların da kendi aralarındaki idarecilerini seçmesine imkan sağlayacaksınız.
Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu yeni dönemde sözünü ettiğim siyaset-halk-güven ilişkisi bağlamında Başkanlık sisteminin demokratik ruhuna uygun bir biçimde düzenlenmelidir.
Siyasete ve siyasetçiye itibar kazandırmak için bu şarttır. Yanısıra halkın siyasetin asli sahibi kılmak adına da bu şarttır. Demokratik temsil açısından da bu hayati önemdedir.
BARO DAYATMASI
Avukatları tek bir baro düzenine icbar etmek, demokrasinin katliyle eşdeğerdir.
Hem demokratik çoğulculuktan ve çok seslilikten bahsetmek hem de tekçi vesayetçi baro düzenini savunmak çelişkinin dik alasıdır.
Demokrasi çoğunluk rejimi değildir diyenler ne hikmetse mevcut baro düzenini savunmak adına “Seçime girersiniz, çoğunluğu elde ederseniz siz istediğiniz gibi yönetirsiniz!” diyebiliyorlar.
İnsan kendisiyle çelişmez değil mi?
İlkesellik ayaklar altında.
“Halkın tamamı da oy verse siz istediğinizi yapamazsınız!” diyen siz değil miydiniz?
“Demokrasi çoğunlukçuluk değil çoğulculuktur!” diyen siz değil miydiniz?
“Demokrasi sandıktan ibaret değildir!” diyen siz değil miydiniz?
Ne oldu, ne değişti?
Alın size demokratik çoğulculuk!
Alın size herkesin dilediğini seçme özgürlüğü!
Bir avukatı inanmadığı bir baro düzenine mecbur ve mahkum etmek hangi demokrasi anlayışıyla bağdaşır?
“Barolar siyasallaşır”mış!
Barolar zaten dibine kadar siyasallaşmış durumda!
HDP’nin ve CHP’nin arka bahçesi olan, yeri geldiğinde etnikçilik yeri geldiğinde mezhepçilik yapan barolar var zaten.
Eski Türkiye’nin bu ideolojik-siyasi tekçi vesayete dayalı barolar düzeni tarihe uğurlanmalıdır.
Bırakalım da demokratik bir tercih sistemi olsun.