Ya da soruyu şöyle soralım, günümüzde bir Kürt ittihatçılığından söz edilebilir mi?
Bu soruya dört büyük Kürt partisinin program ve tahayyüllerini hatırlayarak cevap aramaya çalışalım ve önce Mesut Barzani’nin liderliğindeki KDP’ye (Kürdistan Demokrat Partisi) bakalım. Partinin siyasi tarihinde irredentalist politikalara rastlanmaz. Irak’a demokrasi, Kürdistan’a otonomi desturuyla hareket eden KDP, Kürtler’in bulunduğu ülkelerdeki siyasi şartların farklı olduğunu, dolayısıyla çözümün de her ülke bakımından farklı siyasi programları gündeme getirdiğini düşünüyor.
YNK (Kürdistan yurtseverler Birliği) Celal Talabani’den sonra, epey zayıfladı. KDP’yle anlaşmazlık noktaları başta Kerkük ve petrol meseleleri olmak üzere hemen her alanda başgösteriyor. İran ve Suriye’nin YNK üzerinde ciddi bir nüfusu var. Son zamanlarda PKK/PYD’ye daha da yakınlaşan YNK, KDP’yle sık sık karşı karşıya geliyor. YNK’nin de siyasi iddiası sadece Irak’la sınırlı. Ama bugün, KDP ve AK Parti’yi Kürt toplumunda zayıflatacak bir strateji izleyen PKK’yi destekliyor. O kadar ki, geçenlerde YNK’den oluşan kırk kişilik bir heyet Diyarbakır’a gelip HDP’yi destekleme mesajları verdi. AK Parti diktatörlüğü altında inim inim inleyen Türkiye Kürtleri’ne dışarıdan kırk kişiyle gelip destek vermek, ‘kimseye nefes aldırmayan rejimin’ gözünden kaçmış olacak! Ama bu destek, KDP’nin gözünden kaçmamış olacak ki, KDP’nin parlamentodaki grubunun sözcüsü Dr. Muhammed Yasin şöyle konuşmuş: ‘HDP’yi desteklemek Kürtler’i desteklemek anlamına gelmez. Çünkü HDP adaylarının sadece %20’si Kürtler’den oluşuyor. Demirtaş’ın ilan ettiği seçim beyannamesi ise Kürtler’e hitap etmiyor.'
***
GORAN, nispeten yeni bir parti. Bu partinin de iddiası ve etkisi Irak Kürdistanıyla sınırlı.
Sol görüşlere sahip olan GORAN da PKK ve PYD’nin irredentalist politikalarından rahatsız. Bu politikanın, başarıya ulaşması halinde Kürdistan’da ciddi sorunların yaşanacağının farkında.
Gelelim PKK’ye. PKK bugün artık tek ülkede çözümün peşinde değil. Dört ülkenin de sınırlarını zorluyor; sınır ötesi mobilizasyon kabiliyeti bugün, yavaş yavaş ilerleyen bir süreçte, bölgesel bir egemenliğin inşasına dönüşmüş durumda. PKK, Suriye’de Kürt bölgesini kontrolü altında bulunduruyor. Kanton yönetimleri, Türkiye’de ve Irak’ta geçerli yönetim biçimleri olarak kabul ediliyor. PKK’ye inananlar, Kobani’de ne olacaksa, Erbil ve Diyarbakır’da da aynı şeyin olması gerektiğine inanıyor. Çözüm sürecine başından beri karşı çıkılmasının sebebi bu. Çünkü PKK, tek ülkedeki sorunun çözümüne inanmıyor. PKK bugün ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, baştaki paradigmaya dönmüş durumda: Dört parçada bir PKK devleti. Bu Kürt coğrafyasında, bir İttihatçı imparatorluğun kurulması demek.
PKK’nın, Türkiye, Irak ve Suriye’de inşa ettiği egemenlik alanları, henüz egemen olamadığı alanların kontrolü için bir üs gibi kullanılıyor. Kandil, Zap’ı, Zap da Şengal’de bir kanton bölge ilanını doğurdu. İran rejimi, ise çok ilginçtir, PKK tarafından koruma altına alınmış durumda. İ-KDP peşmergeleri İran’a dahi sokulmuyor. PKK’lılar ve İ-KDP arasında çıkan çatışmalarda iki peşmerge hayatını kaybetti.
Kürt İttihatçılığı bugün Kürtler’in bir arada yaşadığı halkları ve diğer Kürt hareketlerini tehdit ediyor.
Türkiye’nin şartları ise bambaşka. Silahlı mücadelede ısrar etmek çok zor. PKK, aslına bakılırsa, Öcalan zaman zaman mektuplar yazıp şiddete karşı çıktığı için değil, Türkiye şartlarında silahlı mücadele ona zarar verdiği ve sürekliliği olamayacağı için, silahlı mücadeleyi durdurdu. (Son olarak Devrimci halk savaşıyla denedi ve kaybetti) Onun yerine siyasi mücadeleye ağırlık verdi. Çözüm sürecinin kör parmağım gözüne misali istismar edilmesi, PKK’ye fayda sağladı. Silahlı grupları dağlarda dolaşan bir örgütün, Türkiyelileşmek projesi altında yürüttüğü proje, Türk ve Kürt kamuoyunu oyalamayı ve PKK’ye siyasi toleransı büyütmeyi amaçlıyor. Nihayet bugün artık, İnternette çıkan kimi yazılarda, PKK düşüncesinin Türk milliyetçiliğini de kapsadığına dair ‘derin’ yazılar okumak mümkün.
Elif Şafak’tan tutun birçok yazar ve sanatçının yazılarında, HDP’ye atfedilen ‘demokratik misyon’ içi boş bir iddiadan ibaret. Ama bu türden yazıları yazan hiç kimsenin aklına her gün dağlara götürülen küçük yaştaki çocuklar ve silahlı bir isyanı mümkün kılacak ölçülerde yaygın bir örgütlenmeye en ufak bir eleştiri yöneltmek gelmiyor. Seçime parti kimliğiyle girme kararı dahil, bütün hayati kararları elinde silah tutanlar tarafından alınan bir hareket nasıl olacak da Türkiyelileşecek, yoksa Türkiyelileşmenin yolu, orduya rağmen farklı bir silahlı güce sahip olmaktan mı geçiyor? Eğer böyleyse Vatan Partisinin de CHP’nin ve MHP’nin de biraz daha Türkiyelileşmesi, silahlı bir güç oluşturmasından geçiyor demektir.
Ortadoğu’da yeni bir Kürt İttihatçılığıyla karşı karşıya olduğumuz muhakkak. Seçimleri bu siyasi şartlarda değerlendirmek ve siyasi tercihimizi bu şartları göz önünde tutarak yapmak, Türkiye’yi muhtemel bir felaketten koruyabilmek için şart.
Türkiye siyasi bir tuhaflığı yaşıyor. Kürt İttihatçılığı, Türk İttihatçılığını Mustafa Kemal’le tarihe gömmüş bir partiden, yani CHP’den oy alarak, gelişmeyi ve büyümeyi hedefliyor. Aklı başında Kemalistler’in ve bu hercümerç içinde her nasılsa, hakikaten Milli kalmayı başarmış-ne kadar övünseler azdır- Türk Milliyetçilerinin ise olup bitenleri, ‘hele şu AK Parti bir devrilsin, sonrasını düşünürüz’ heyecanıyla izlemesi ibret verici bir gaflet halidir.
Sanıyorlar ki, AK Parti Doğu’da kaybederse, MHP ve CHP tabelalarını asabilecekler!
Hayır beyler,AK Parti’nin Kürtler’i kaybettiği bir Türkiye’de, sizin hiçbir şeyi kazanma şansınız yok..
Ya bir iç savaşa razı olursunuz ya da BM’den gelecek heyetler, Kandil’le pazarlığa oturturlar sizi, farkına bile varmazsınız!