Siyasetin hem bugününü hem de yarınını anlamak için bazı kavramları yerinde kullanmak gerekiyor. En başında da vesayet kavramını...
Dünü anlamak için en gerekli kavram vesayetti. Yani askeri ve sivil bürokrasinin bütün kritik noktalarda kendisini millet iradesi yerine koyma pratiği... Daha iyiyi, daha doğruyu, daha gerekliyi ve her durumda toplum için iyi olanı bilen ve belirleyen asker-sivil bürokrasiydi.
Daha açık ifadeyle seçimle gelen iktidarlar yönetim erkinin en fazla yüzde 49 hissesine sahip olabilirlerdi. Tek başına ya da koalisyonla gelinsin her durumda en az yüzde 51 devlet siyasetinin denetiminde bulunuyordu. 12 Eylül 2010 tarihine, anayasa değişikliği referandumuna kadar siyasetin karar mekanizmasının özeti bundan ibaretti.
Böyle olduğu için asker gerekli gördüğü zamanlarda darbe planları yapabiliyor ve yine Cumhurbaşkanlığı seçiminde gerekli gördüğü için 367 kuralını Anayasa Mahkemesi marifetiyle devreye sokabiliyordu.
Sonuçta sandık varsa
Türkiye vesayet düzenini son on yılda attığı adımlarla küçülttü, etkisizleştirdi. Bugün artık, ister sivil siyasetten, ister de eski alışkanlıkla tanımlanan devlet siyasetinden gelsin bütün karar ve icraatların sorumlusu olarak iktidarın yetki ve sorumluluğunun geçerli olduğunu kabul edebiliriz.
Örnek verelim... Asker eskisi gibi siyasete ve toplumsal düzene yönelik demeçler veya kararlara müdahale etme teşebbüsünde bulunacak olursa seçmenin muhatabı siyasal iktidardır. Askerin anayasal rolünü aştığı durumlarda önlem alması gereken, onu sınırlarına çekecek olan yine siyasettir.
Siyaset bunu yapacaktır zira, vesayetin bitmesi aynı zamanda vesayet girişimlerine karşı demokratik mekanizmanın kurulmasını mümkün hale getirmiştir.
Daha genel planda; Kürt sorunundan başörtüsüne, Kıbrıs sorunundan bütün dış politika kararlarına kadar son sözü seçilmişler söyleyecektir. Seçmen karşısında da aldıkları kararların sorumluluğunu bu sayede taşıyacaklardır.
Demokraside vesayet olmaz ve hiçbir şartta seçimle gelen iktidarlara vesayet hamledilemez. Sonuçta vesayet olabilmesi için millet iradesiyle bağlantı olmaması, sorumsuz yetki kullanılması gerekir.
Erdoğan’ın en büyük icraatı
AK Parti’nin devlet yönetiminde vesayet düzeni kurduğu eleştirisi bu açıdan anlamsızdır. Bir sandık tercihiyle sonlandırılabilecek güç vesayet kuramaz. Aldığı kararlar vesayetçilik olmaz, olsa olsa politika olur. Beğenen seçer, beğenmeyen değiştirir...
Bu nedenle tarihsel olarak Tayyip Erdoğan’ın ülkeye hediye ettiği en değerli şey de budur. Erdoğan, mlilet iradesini millete ve siyasete iade etmiştir. Kendi partisi için de etmiştir rakipleri için de... Bundan sonra seçimi kazanan hiçbir parti iş başına geldiğinde sistemden kaynaklanan engellemelere muhatap olmayacaktır. Bununla birlikte hiçbir parti, sandıktan aldığı desteğin üzerine garantili bir asker ve yargı avantajı da koyamayacaktır. Muhalefetin gücü de seçimdeki oyu kadar olacaktır. Ama temel avantaj siyasal iktidarların artık sahip olduğu seçmen desteğini kullanma konusunda bir engelle karşılaşmayacak olmasıdır.
Bu demokratik düzey, vesayet rejimini yıkan Erdoğan sayesinde elde edilmiştir.
Peki Erdoğan yıktığı düzenin yerine kendi vesayetini mi kuruyor?
Tabiatı gereği bu mümkün değildir. Sonuçta sandığa hesap verecek bir parti ve lider vesayet üretemez.
Ama siyaseti vesayet kavramıyla okuma alışkanlığı nedeniyle, iktidarın geleneksel vesayet gücüyle oluşturulmuş politikalara karşı siyasal hamle girişimleri kolaylıkla manipüle edilebiliyor. Özellikle de din-devlet ilişkileri sahasındaki bütün yenilikleri bu başlık altına koyma alışkanlığı var.
Hayır, yeni bir vesayet oluşturulmuyor; eski vesayet düzeninin ürettiği katılaşmış yapı yumuşatılıyor. Farklılıklar, farklı hayat tarzları ve ötelenmiş siyasal pozisyonlar sisteme entegre oluyor.
Tek parçalı, tek ideolojili sistem toplumun değerleriyle çeşitleniyor.