Seçimin matematiksel sonuçları, kazanan ve kaybeden taraflarıyla birlikte başka pek çok sonucu var, konuşulması gereken.
Zaman içinde her birini gözleyecek ve üzerinde duracağız.
Yüzyılın seçimini yaptık.
Batı medyası bile 2023'ün en önemli seçimi olarak ilan etti Türkiye'nin seçimini.
Çünkü seçimin bizatihi tarafıydılar.
Muhalefet diyor ya hani, "Kısıtlı imkanlarla girdik seçime" diye; dünyayı arkalarına almışlardı oysa.
ABD ve Avrupa medyası amansızca destekliyordu kendilerini. Etki gücünü artırmak için Türkçe manşetler, Türkçe tweetler atmaya başlamışlardı.
En büyük destekçileri de ABD Başkanı Biden'dı malum. "Ne olursa olsun muhalefete kazandırmalıyız" diyordu.
Böyle destek kimseye nasip olmamıştır.
Uluslararası desteğe, şarkıcısından sinemacısına bilumum ünlü taifenin mahallece taraflarını belli etmelerine, FETÖ ve PKK'nın örgütlü desteğine, kendi medyalarındaki vıcık vıcık yandaşlığa ve dijital platformlardaki 100 milyonları bulan izlenmelere rağmen muhalefetin kazanamamış olmasına sebep, kısıtlı imkanları değil siyasetlerinin merkezine Türkiye'yi almamış olmalarıdır.
Ayakları Türkiye'ye basan bir siyaset yapmadılar çünkü. Türkiye'den dışarıya değil, dışarıdan Türkiye'ye baktılar. Bunlar zaten muhalefetimizin başarısızlığının bilindik arazları.
Seçimin, daha birinci turunda belli olan bir sonucu var ki bence henüz onu yeterince konuşmadık. Sorsan 6'lı masanın toplanma sebebi oydu. Yani, "Bu kadar benzemez hangi ortak siyaset için bir araya geldiniz?" diye soranlara, "Türkiye'yi tek adam rejiminden güçlendirilmiş parlamenter sisteme geri döndürmek için" diyorlardı. Hatta bu zoraki birlikteliğin ilk tohumları cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş referandumunda atılmıştı. 'Hayırcılar' olarak ittifakın tuğlalarını örmeye başlamışlardı. O zaman adları '6'lı masa' değil 'Hayır bloku'ydu.
Meral Akşener'in Cumhurbaşkanı adayı olmayıp "Ben Başbakan olacağım" diye diretmesi de ülkeyi parlamenter sisteme döndürecekleri için değil miydi? Lakin sadece cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmekle kalmadılar, Meclis'te de büyük bir mağlubiyet yaşadılar.
Cumhur İttifakı, 323 vekil ile Meclis çoğunluğunu ele geçirdi. Millet İttifakı ve Emek İttifakı adı altında seçime giren partilerin tamamının vekil sayısı, anayasa değişikliğine imkan sağlayacak nitelikli çoğunluk şöyle dursun, salt çoğunluk bile oluşturmuyor.
Madem sistemi değiştirmek istiyorsunuz, adam akıllı bunun üzerine kurulu bir seçim kampanyası yapın, öyle değil mi. Ama hayır, onu yapmadılar çünkü ola ki cumhurbaşkanlığını alırlarsa o yetkileri kullanmak istediler. Halkın ise zaten sistemi eski haline getirmek gibi bir gündemi hiç olmadı. Bilakis pandemi, ekonomik sorunlar, büyük yatırımlar, konut arzı, sel, deprem gibi ulusal düzeyde ya da uluslararası alandaki pek çok konu ve sorunla baş etmede cumhurbaşkanlığı sisteminin elverişli olduğunu gördü, hissetti.
Ve Türkiye yeni sistemle ikinci seçimini yaşadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi halktan bir kez daha onay aldı. Hem de güçlü bir onay. Türkiye koalisyon dönemlerinden hakikaten çok çekti. Devlet kurumlarının kapasitesinin ne kadar düşük olduğunu, kamu kaynaklarının ne kadar kıt olduğunu, terörle mücadele için bile ele güne muhtaç olduğumuzu bilmeyenler bugünden bakarak değerlendiriyor her şeyi. Türkiye son 20 yılda gerçekten çağ atladı.
"Türkiye Yüzyılı" başlasın diyorsak sistem tartışmasını kapatmamız gerekiyor.
AK Parti'nin seçim beyannamesindeki revizyon vurgusu ise her sistem değişikliğinde süreç içinde ortaya çıkan olağan bir ihtiyacı ifade etmektedir ve mutlaka yapılmalıdır.
Ancak güçlü iktidarlar olmadan Türkiye'nin ileri adımlarını devam ettirebilmesi imkansızdır.
Muhalefet masasının kazanamayışının bir sebebi de zaten verdikleri bu başıbozuk, koalisyon görüntüsü oldu.