İki aydır birçok şehirde hem meydanları hem de milletvekili adaylarının çalışmalarını izliyorum. Geçen hafta meydanların geç de olsa canlandığını yazmıştım. Bu canlılık artarak sürüyor.
Ancak;
Seçim yaklaştıkça üç tespit öne çıktı:
- Meydanlara bakılırsa 2011 seçiminden farklı sonuç çıkmayacak gibi görünüyor.
- Anketler de, rakamlar farklı olsa da, sıralamada aynı sonucu veriyor.
- Meydanlara inmeyen seçmende bir durgunluk gözleniyor.
İktidar partisi AK Parti, liderliğinden emin. Seçmenlerinden ‘güçlü iktidarın devamı’na oy vermelerini istiyor. Muhalefet partilerinin vaatlerinin önemli bir kısmının kendileri tarafından zaten yapılmış veya yapılmakta olduğunu; diğerlerinin ‘yapılabilir olanlarının’ da ancak kendileri tarafından yapılabileceğini, bir kısmının da ‘hazırdan yeme’ anlamına geldiğini ve ucuz seçim vaadi olduğunu vurguluyor.
AK Parti’nin ‘vaat’e karşı ortaya koyduğu ‘icraat’ söylemi, giderek daha fazla karşılık buluyor.
Muhalefet partileri, seçmenlerini daha önce kendilerine oy vermemiş olanlardan ‘bir kişi daha getirmeye’ davet ediyor. Vaatlerin giderek sindirildiği ve başlangıçtaki etkiyi göstermemeye başladığı da bir başka gözlemim.
Bu unsurlar muhalefetin hızlı çıkışının durduğu, iktidar partisinin etkisini arttırdığı şeklinde yorumlanabilir.
Ancak yine de ‘rakamları’ ve iktidarın gücünü belirleyecek olan ‘sessiz çoğunluk’...
Zira 30 Mart seçimindeki yüzde 89.15’lik yüksek katılım, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 73.72’ye düştü.
AK Parti’nin en önemli vurgusu bu yüzden ‘seçime katılım’...
Zira muhalefet partilerinin ‘katılım’ motivasyonu bu seçimde daha yüksek.
CHP seçmeni, adayların çoğunu önseçimle belirleme ve “Erdoğan’sız AK Parti” ile seçime girmenin verdiği motivasyonla katılımı arttırıyor.
HDP seçmeni ilk kez parti olarak seçime girme ve medyanın desteğini arkasına almanın verdiği motivasyonla seçime ‘tam kadro’ katılma görüntüsü veriyor.
MHP, HDP’nin seçime asılması ve arkasındaki medya desteğinden etkilenerek seçmenini sandığa yöneltiyor.
AK Parti de, seçmenini iktidar olmanın ‘rehaveti’nden uzaklaştırmaya çalışıyor. Çünkü seçimde birinci sırada çıkmak garanti, ancak güçlü iktidarı AK Parti seçmeninin seçime katılım oranı belirleyecek.
Araştırmalar, AK Parti seçmeninin sandığa gitmesi halinde HDP’nin barajı aşamayacağını gösteriyor.
***
Cumartesi günü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun davetiyle Yalova ve Bursa mitingini izledim.
Yukarıdaki gözlemlerim değişmedi.
Partililer, mitinglerinin AK Parti mitinglerinden daha iyi olduğu iddiasındaydı.
Ancak bir şeyi de ekliyorlar; “Erdoğan gelirse bu meydanı ancak o tamamen doldurur.”
Milletvekillerinin tamamı önseçimle belirlenmiş Bursa’da. Bunu, meydandaki partililerin coşkulu alkışlarından da görmek mümkün.
Bunun sandığa yansımasını umuyor Kılıçdaroğlu ve konuşmasında “Artık kendi belirlediğiniz adayları Meclis’e göndermek sizin sorumluluğunuz” diyor seçmenlere.
CHP seçmeni daha umutlu, daha canlı. Ancak bu canlılık seçmen sayısını arttırmış görünmüyor. Belki bu nedenle Kılıçdaroğlu, “Her biriniz, daha önce CHP’ye oy vermemiş bir seçmen daha getireceksiniz” direktifi veriyor, ‘söz’ alarak...
Kılıçdaroğlu’nun miting konuşmalarındaki vaatler, hükümete yönelik ifadeleri ‘siyasi söylem’ içinde karşılık bulabilir.
Ancak özellikle Suriyeli sığınmacılar konusunda ısrarcı olmasının seçmende de olumlu bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum.
Bursa’da da Suriyelilerin ucuza çalıştığını, işsizlerin iş bulamadığını ekledi...
‘Suriyelileri geri gönderme’ konusunu ‘barış sağlandıktan sonra’ diye açıkladı. Ancak görünür gelecekte barış olmayacak. Bu sürede ‘sizin yüzünüzden iş bulamıyoruz’ diyen bir öfkeli kitle oluşturmanın nasıl bir katkısı olur?
Uçakta sohbet ederken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile aynı okulda okudukları hatırlatıldı Kılıçdaroğlu’na. “Okula çok gelmezdi” dedi Kılıçdaroğlu ve bir gözlemini aktardı: “Ancak kantine geldiğinde ekibi disiplinli biçimde ayağa kalkar, kendisini karşılardı.”
Bahçeli de Kılıçdaroğlu’nu “Çalışkan, kendi halinde” diye tanımlarmış. Bu hatırlatıldığında, “Evet, inek sayılırdım” diye gülümsedi.
Siyasi liderlerin birbirleri hakkında bu türden konuşmalarını özlemişiz. Bunun bütün politik aktörler arasında, seçim süreçleri de dahil bütün TBMM çalışmalarında da geçerli olmasını dileyelim. Ve aynı empatinin Suriyelilere karşı da kurulmasını...