HAFTAYA bugün sandıkla buluşuyoruz. Demokrasinin en temel göstergesidir seçimler. Türkiye seçimleri başarıyla yapan bir ülke. Avrupa Konseyi ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ülkemizdeki seçimleri yıllardır izlerler.
İzleme raporlarının tamamı seçimlerin adil, güvenilir ve özgür bir şekilde yapıldığını söyler. İlle bir şey söyleyeceklerse sadece seçim barajının yüksek oluşundan dem vururlar.
Ülkemizdeki seçimler her zaman yol gösterici olmuştur. İhtilaller sonrasındaki seçim sonuçlarına bakarak bunu kolayca anlayabiliriz. 7 Haziran, seçmenin Ak Parti’ye verdiği ihtarla kalacak akıllarda. Daha önce de çok yapmıştı bunu. Şimdi hem Ak Parti’nin hem diğer partilerin o ihtardan ders çıkarıp çıkarmadıklarını göreceğiz. Dedik ya... Ne kaldı şurada seçime...
Ben, acaba seçmen MHP’ye “her şeye hayır” tavrından dolayı da bir ihtar verecek mi diye merak içindeyim. Ama asıl merakım HDP’ye verilecek ihtarın şiddetiyle ilgili. Öyle ya, “barış barış” diye bağırıp sonra da açık gizli PKK terörünün arkasında durmak bir ihtardan da ötesini gerektirmiyor mu?
Bölgedeki ilçelerin bazı mahallelerinde kurulan barikat ve kazılan hendeklerle ilgili Selahattin Demirtaş’tan bir eleştiri duyan var mı? Öz-Yönetim ilan etmek de barış çağrısının bir bölümü mü yoksa? O barikatları kaldırmak ve hendekleri kapatmak için ilan edilen sokağa çıkma yasağının Türkiye’yi nasıl bir üçüncü dünya ülkesi durumuna düşürdüğünü görmemek mümkün mü?..
Şu soruyu sormadan edemiyor insan: Valiler ve kaymakamlar bu barikatlar kurulduktan ve hendekler kazıldıktan ne kadar sonra haberdar oluyorlar acaba? İstihbarat bunlardan haberdar olmak için polis nezaretinde mi gidecek oraya? Kendi kendine zaaf yaratmak diye buna denir herhalde...
Bunun bir izahı vardır belki, bilmiyorum, ama ilgili haberleri seyrettikçe bu sorular benim kafamda dört dönüyor. Bunları seyreden 7 Haziran HDP’lileri 1 Kasım seçimlerinde hâlâ Ak Parti’ye ders vermek gibi anlamsız bir gerekçeye sığınacaklar mı acaba? HDP’liler, barış teranelerini dillerinden düşürmeseler de birlikte yaşama iradesine sahip olup olmadıkları konusunda herkesi derin bir şüpheye gark ettikleri açık. HDP iradesinin kimin elinde olduğu da ayrı bir soru... Kandil’in mi?
HDP’nin ne düşündüğünü açıklayamadığı bir konu da Suriye’de gelişen olaylar. Bir önceki yazıda söz ettiğim ABD-Rusya mutabakatı ete kemiğe bürünüyor mu ne? Baksanıza Türkiye’nin daha önce gündeme getirdiği Esad’lı geçiş sürecini hayata geçirme gayretleri var. Asıl soru şu: Bu süreç sonunda Suriye’nin toprak bütünlüğü korunacak mı?
Benim kaygım Esad’ın Moskova seferinin Suriye’yi parçalamaya dönük adımlardan biri olup olmadığı... Suriye’nin bir kısmını Nusayri Esad’a, bir kısmını bir Kürt Devletine, bir kısmını Özgür Suriye Ordusu tabanlı bir oluşuma tahsis etme gayreti mi var yoksa... Türkiye böyle bir oluşuma izin vermeyeceğini açıkça ilan etti. Fakat Rusya’nın Kırım’da nasıl bir oldu-bitti yarattığını görmekten gelen endişeler yersiz sayılmaz. Vahşi İŞİD paranoyası Amerika’yı akreple aynı tuluma girecek kadar şaşırtmış vaziyette. Kimlere yardım yaptığını görüyorsunuz... Oy vereceklerin göz önüne alması gereken bir incelik arz ediyor Suriye meselesi...
Merkel’in gelişini şüpheyle karşıladığımı bir önceki yazıda söylemiştim. Sebep de Almanya başbakanının AB üyeliğimize her zaman ikircikli yaklaşımıydı. Ankara’daki görüşmeler bu konuda zayıf da olsa beni ümitlendirecek gelişmeler olduğunu gösteriyor.
Mülteci sorununu Almanya belli ki Türkiye’ye hapsetmek istiyor. Para ile çözemeyeceğimiz sorun yok anlayışındalar gibi geliyor bana. Verelim parayı mülteciler Türkiye’de kalsın istiyorlar. Bunun karşılığında da bazı fasılları açmak gibi bir kolaylık göstermekten söz etmiş Almanlar.
Mülteciler konusundaki tutum ayrı bir konu tabii. Açılacak fasıllar içinde 23’üncüsü Yargı ve Temel Haklar ile 24’üncüsü Adalet, Özgürlük ve Güvenlik öncelik taşıyor. Bu fasıllar açılıp ilerleme kaydedilmeden bugün yaşadığımız demokrasi, özgürlük ve insan hakları sorunlarından kurtulmamız zor gözüküyor. Türkiye’nin Irak, Afganistan, Suriye ve Yemen gibi her gün ölümlerle ve suikastlarla anılan bir ülke olmaktan çıkması için AB önümüzde bir fırsattır ve bizim bunu zorlamamız gerekir. Rumların ya da Fransızların ilgili fasıllar için koyduğu blokajı aşmak eğer isterse Merkel için çok basit bir iş.
Ak Parti seçim kampanyasında bunu niye hiç kullanmaz, anlamıyorum. Kamuoyuna verilecek kuvvetli bir AB ile işbirliği sözü, özgürlükler ve otoriter yönetim konusundaki tereddütleri gidermek bakımından yararlı olmaz mı?
Seçime ne kaldı şurada... Söyleyin bakalım, partilerin söz, davranış, üslup ve taahhütlerinde 7 Haziran’a göre önemli bir fark görüyor musunuz? Bir de şu soruya cevap arayın, siyasi vizyonunuzu test etmiş olursunuz. Tek parti iktidarı mı, koalisyon mu?