Gelecek baharda veya Haziran'da yapılacağı neredeyse kesinleşen Başkanlık, ve m.vekilliği seçimlerine şunun şurasında 7 ay kaldı.
Şimdi, her güç odağı, varlığını ve var olduğu iddiasını sürdürmek için, bütün kozlarını oynuyor. Böyle hassas zamanlarda sadece iktidarda kalmak veya iktidara geçmek iddiasında olanlar değil, mevcud sosyo-politik zeminde küçük çapta da olsa var olanlar, tamamen saf dışı olmamak veya biraz daha güçlenmek ümidiyle son kozlarını oynarlar veya varlıkları bilinmediği halde, bu hengâmede ortaya çıkmak için fırsat kollayanlar ve hele bir de pazarlık konularında taraf olabilmek ihtimaliyle seslerini bir şekilde yükseltmek isterler.
Seçimler, halk kitleleri içinde, rüşd yaşına ermiş olanların her birisinin 'Benim görüşüm de böyle ve bu çorbada bir fiske tuz da benim var..' demesi için bir fırsattır. Geçmiş asırlarda, halk kitleleri, bir takım ünlü isimlerin, kahramanların, maddî-manevî bir takım iktidar odaklarına ve güçlere sahib oldukları havasını yansıtmaya çalışan kişi veya çevrelerin ürettikleri yığınla taktiklere göre belirtiyorlardı tavırlarını...
Şimdi herkesin artık kendi aklını daha sağlıklı kullanma imkânı olduğu sanılıyor..
Ama, gerçekten de öyle mi, sahi?
Nitekim, aylardır var olan '6'lı Masa'ya, bir parti lideri daha, yeni bir nefes ve taze kan olarak katılmak istemiş.. Bu parti lideri, İP lideri olan Meral Akşener'in, 'iman tazelemek için gittiği'ni söylediği mekânda yatan isim için, 'O, şeref demektir, haysiyet demektir.. Din demektir..' , şeklindeki sözlerin yer aldığı ve babasına aid bir videoyu daha üç gün önce yayınlamıştı. Akşener, bu kişinin de '6'lı Masa'ya alınması gerektiğini söylemiş.. Bakalım, yeni bir 'din' tarifini yapan delikanlıya, Karamollaoğlu, Babacan ve Davudoğlu gibi, İslamî kimlikleri bilinen isimlerin de Akşener gibi, hemen buyur edip etmeyecekleri önümüzdeki günlerde anlaşılacaktır.
O Akşener ki, evvelki gün devreye sokulan bir eski videosunda, 'İçişleri Bakanı' olduğu 25 yıl öncelerdeki Refahyol (Erbakan- Çiller) hükûmetini, kendisinin yıktığını, o yıkılmayı kadınların gücüyle sağladığını söylüyordu. Şimdi, geçen hafta, partisinin kongresinde, oylamaya katılan bütün delegelerin oyunu almakla iftihar eden Temel Bey, kendilerine geçmişte 28 Şubat tuzağını kurmuş birisiyle nasıl kuzu-kuzu bir işbirliğini yapacaktır?
*
Geçen gün bir fotoğraf paylaşılmıştı, sosyal medyada.. Bir kamyon, 30 kadar koyuna çarpmış ve koyunlar asfalt yola saçılmış, telef olmuştu.
Paris gecelerinde yaşadığı ahlâksızlıklarını ballandıra-ballandıra anlatmasıyla ünlü, mübtezelin mübtezeli bir kadın gazeteci, o koyunların ölü bedenlerini gösteren fotoğrafın altına, 'Eyvah, gitti 30 oy..' diye yazmıştı..
Yani, kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayanlar için münasib gördüğü sıfat buydu, o mübtezel 'muharrire' müsveddesinin.. Ona göre, bir kesim, 'düşünmeden oy veren koyunlar gibi' idi. Ama, o 'mübtezel müennes' , bir de kendi camiasına baksaydı, kimlerin, hiç düşünmeden oy verdiklerini, bunun için de, 100 yıllık tahakkümleri içinde 70 yıldır, hiç bir seçimi kazanamadıkları halde, nasıl da kemikleşmiş bir şekilde aynı yüzde nisbetini aşamadıklarını görür ve kimlerin 'koyun gibi olduğunu' anlamak imkânı ederdi herhalde..
*
Bereket ki, bizler en sevmediklerimiz ölseler bile, onları büyütmeyiz. Çünkü, kötü insanların ölmesiyle kötülükler son bulmaz. Bu yüzden biz, fir'avunların ölümüyle değil, firavunlukların devam edip etmediğiyle meşgul oluruz.
Merhûm Ârif Nihad Asya'nın 'Na't' isimli şiirindeki,
"Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor..
Diller, sayfalar, satırlar,
'Ebu Leheb öldü' diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!"
mısraları da bu mânâyı yansıtır.
*
Bir diğer konu...
T. Tabibler Birliği'nin başkanı olan Şebnem Fincancı isimli dr. hanımın, üstelik de yurt dışında, Berlin'de, TSK'nın, PKK kamplarına karşı kimyasal silah kullanıyor mânâsına gelen bir açıklama yapması üzerine, yurda dönünce mahkemece tutuklanmasını, ifade özgürlüğüne karşı bir baskı olarak niteleyen KK Bey ve çalışma arkadaşlarına ne demeli?
En azından KK Bey ve arkadaşlarının tutumu kadar önemli bir diğer gelişme de, Boğaziçi Film Festivali'nin kapanış töreninde kendisine ödül verilen bir yönetmen olan Ö. Alper'in, ödülünü, 'Fincancı barış istediği için hapiste' diyerek Fincancı'ya ithaf etmesine, oyuncu Burak Haktanır'ın, 'Niye yalan söylüyorsun? O, barış istediği için değil, TSK'ya kimyasal silah kullandığı iftirası attığı için hapiste.. Barış dediği için biri hapse atılır mı? Böyle aptalca bir cümle olabilir mi?' diye alkışlanacak bir tavırla, yiğitçe itiraz etmesi..
Bu yerinde itiraz Haktanır'ın ifadesine göre, festivaldekilerin yüzde 99'u tarafından tepkiyle karşılanmış.. 'Sanatçı, aydın..' filan gibi yaldızlı ifadelerle anılan yurdum sanatçılarının hal-i pür melâli de ortada..
Daha da ilgi çekici olan, Burak Haktanır'ın sosyal medyadaki hesaplarının, irtibatlarının kapatılmasına.. Evet, bu da, o basit gibi gözüken bir hadisenin bile, sosyal medyayı yöneten emperial odaklarca, nasıl kimin yanında veya karşısında yer aldığı konusudur..
Bu yetmiyor mu gibi, KK Bey'den, evvelki gün de, iktidarı suçlayayım derken, 'Türkiye'nin dış ticaret açığının jandarma ve polislerin, güvenlik güçlerinin de uyuşturucu ticaretine karışarak kapatılmaya çalışıldığı'na dair iddiası geldi.. Dün, Tayyib Bey bu iddiaya sert bir karşılık verirken, uyuşturucu ticaretine katıldıkları için zindanlarda yatanların 117 bin kişi olduğunu açıklıyordu.
Bu konudaki bir bilgilendirme de, dostumuz Avukat Muharrem Balcı'dan geliyor ve KK'nın kaynak olarak dayandığı raporun, 'Türkiye Uyuşturucu Raporu 2021' başlıklı rapor olduğunu ve bu raporda, kamu kurumlarının uyuşturucu ticareti yaptığının yazılmadığını ve imâ dahi edilmediğini belirterek o raporun linkini de veriyordu: https://muharrembalci.com/hukukdunyası/alintilar/1595.pdf.