Genel bir kabul vardır, yılların tecrübesinden süzülen: Büyükşehirlerde büyük partilerin adayları kazanır.
Buna göre, akıbetleri Türkiye siyasetinin kaderini değiştirme kabiliyetine sahip iki büyük şehri; İstanbul ve Ankara’yı iki partiden birinin kazanacağını şimdiden söyleyebiliriz. Partiler adaylarını takdim ettiğine, adaylar da kollarını sıvadığına göre değerlendirmeler sonuca daha yakın olacaktır.
Önce duruma dair birkaç tespit…
Türkiye’nin en büyük siyasi partisi tartışmasız şekilde AK Parti. Hatta hakim parti. Kuruluşundan itibaren girdiği tüm seçimleri kazanan, kesintisiz iktidarını koruyan ve oy oranı yüzde 40’ın altına düşmeyen parti. Oy itibariyle en yakın rakibi CHP’den en az iki kat, üye itibariyle on kat büyük.
Ama başarısı seçim başarısının ötesinde... Demokratik dönüşümü, sistem dönüşümünü başardığı gibi Türkiye’deki siyaseti de dönüştürme becerisine sahip. Bu nedenle muhalefet partileri kendilerini karşıtlık üzerinden konumlandırıyor. Ama dramatik biçimde de ona benzemeye çalışıyorlar. Bu hal, AK Parti için de, irili ufaklı rakipleri için de avantaj ve dezavantajlara sahip. Ama iki blok için de ittifakları mecburi kıldığı kesin.
Bu nedenle AK Parti ve MHP 15 Temmuz’dan beri fiilen “cumhur ittifakını”, CHP, İP, SP ve HDP ise 16 Nisan referandumundan itibaren zımnen “millet ittifakı”nda güç topluyor.
31 Mart yerel seçimlerinin de bu iki aks üzerinden yürüyeceği artık somut gerçek.
***
Cumhur İttifakı’nın ortak adayı Binali Yıldırım. İstanbul’a hizmet etmeye 25 yıl önce başlamış. Şehrin hafızasında yeri; yolunda, suyunda, köprüsünde, tünelinde bizzat teri var. Dünkü değerlendirmemde belirttiğim gibi tanınan, güvenilen, iş tutuşu, üslubu beğenilen biri… Ulaştırma konusundaki tecrübesinin İstanbul’un biraz daha ferahlamasına yardımcı olacağı kesin.
İsmi İstanbul için bir yıldır geçiyordu. Kulislerde Erdoğan’ın siyasetin yerelde yeniden formatlanması için Yıldırım’ı İstanbul’da görevlendirmek istediği konuşuluyordu.
***
Millet İttifakı’nın ortak adayı Ekrem İmamoğlu ise 5 yıldır Beylikdüzü Belediye Başkanlığı yapıyor ve haliyle ilçesinde iyi tanınıyor. Ama İstanbul ve Türkiye için çok yeni bir isim.
Kendini tanıtmak, seçmeni kendisinin Binali Yıldırım’dan daha iyi olacağına ikna etmek için sadece üç ayı var ve tanıtım toplantısında AK Parti-Erdoğan görseli kullanacak kadar konsantrasyon sorunu yaşadığı göz önüne alındığında CHP’nin ona olumlu bir katkısı olmayacağı anlaşılıyor.
Zaten “rozetsiz siyaset” vaadinin Kemal Kılıçdaroğlu CHP’sinden çıkması boşuna olmasa gerek. Bir neden parçalı muhalif bloğunu daha kolay bir araya getirme çabası ise diğer nedenin CHP’ye dair toplum nezdindeki beceriksizlik, iş bilmezlik, verimsizlik, hizipçilik gibi negatif hafızayı uyarmama stratejisi.
***
İmamoğlu’nun partisiyle ilgili diğer handikapı ise parti elitlerinden çok sayıda ismin göz diktiği, talep ettiği makam için aday gösterilmiş olması. Gürsel Tekin, Muharrem İnce, İlhan Kesici, Abdüllatif Şener, Akif Hamzaçebi, Aykut Erdoğdu, Canan Kaftancıoğlu, Levent Gültekin’in ismi sadece kulislerde dolaştırılmadı, bunların çoğu sahada dolaştı, teşkilatta hizipleşti. Kendi içinde bu kadar öbekleşmiş bir yapının tekrar akışkan hale gelip İmamoğlu için çalışacağını düşünmek fazlaca safdillik olabilir. Ama bu arızanın kampanya beynine pıhtı atacağını söylemek mümkün.
İmamoğlu’nun çocukken Kuran kursuna gittiğinin, besmele çekmeden kalecilik yapmadığının söylenmesi, annesinin başörtülü olduğunun özellikle gösterilmesi gibi vurgular CHP’nin zayıflığının ilanı gibi. Halkın bir parçası olduğunu ispata mecbur hisseden bir halkçı parti!
Ve müteahhit Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı da, AK Parti ile dalga geçmek için “mücahittiler müteahhit oldular” diyen CHP’lilere sanki kaderin bir oyunu gibi!