Ramazan, Müslümanlara bedenen, fikren, itikaden, yani çok yönlü olarak arınma, temizlenme ve yanlışlardan uzaklaşma idmanı yaptıran bir ay..
Bunlardan bedenen olanda, özellikle 'az yemek' konusunda, bilhassa hali-vakti yerinde olan Müslümanların pek başarılı olduklarını söylemek kolay olmasa gerek.. Hâlbuki Ramazan, zâten darda olanların az yemek temrini/idmanı değil; varlıklı olanların iradeli olarak midelerini daha az yemeye ve küçültmeye alıştırmaları fırsatını veriyor -vermeli bize.. Ama çoğu kimseden, 'Vallahi azizim, iftardan iftara koşayım derken, kilo aldım; diyabetim, kolesterol ve tansiyonum yükseldi..' gibi, severek tercih ettikleri durumdan sızlanma laflarını sıkça duyuyoruz.
Bu arada, Diyanet İşl. Başkanlığı, asgarî (en az, en düşük) fitre mikdarını '70 lira' olarak açıklamış.. Fitre hesab edilirken, fitre almak durumunda olan bir kimsenin karnını doyurabilmesi için 1 günlük masrafları hesab edilir. İstanbul'da, Üsküdar ve emsali, 'mütedeyyin'i bolca olan semtlerde bile, orta halli bir restoranda, 1 tas çorbanın 30-35 lira olduğu günümüzde, Allah aşkına '70' liralık günlük masraf nasıl hesab edilmiştir?
Bu hesabı yapanlar, darda olan insanlara neyi lâyık görüyorlar? Kendileri bir restorana sadece bir öğün için gittiklerinde kaç para ödeyerek çıkıyorlar? Bunu söyleyebilirler mi?
Diyanet İşl. Başkanı Ali Erbaş Hoca'dan istirham olunur ki, bu rakamları Diyanet adına ilân edenlerden, 'Bu hesabı neye göre yaptıklarını' sorsun ve o rakamları düzeltsin.. Asıl vurgulanacak olan husus, her Müslümanın, kendisi 1 günlük yemek masrafında ne harcıyorsa, başka ihtiyaç sahiplerine de en azından o mikdar fitre vermesini önermek olmalı değil midir?
(Geçen gün bir dostumla Eyyub Sultan'a gitmiştim. Oradaki bir restoran, iftarcılar için fiyatlarını açıklayan kocaman bir tabelâ asmıştı; 'Kişi başına, 435 lira!..' Dostum, bu duruma karşı tepkisini, 'Vayy be, demek ki 5 kişilik bir aile olarak gelsek buraya, bir iftardan 2 bin lirayla bile çıkamayacağız..' demekten kendisini alamadı..
Restoranın adı da, Asr-ı Saadet'te, 'Mekke Muhacirleri karşısında, Medineli müminlere, cansiperâne fedâkarlıkları yüzünden verilen o güzel sıfat'ı taşıyordu. Ayıp ve günah değil mi? Eyyub Sultan kaymakamı İhsan Bey de, Eyyub Sultan Belediye Başkanı Deniz Bey de hassasiyet sahibi kimseler olarak bilinir; bu gibi istismarlara ve bu gibi iftar adına kazıklamalara bir müdahale hakları olsa gerek.. Hiç değilse o fiyat ilânlarına 'iftar'ı katmalarına engel olunmalıdır..
Ramazan gelince, oruçlu olunca fikren ve itikaden temizlenmek, arınmak, yanlışlardan uzaklaşmak konusunda, sanırım daha başarılıyız.. En azından en hiddetli zamanlarında bile nicelerinin bir 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh..' çekip, 'Mübarek Ramazan günü.. Çekil karşımdan, git başımdan.' diye söylenişlerine, toplumun hemen her kesiminde rastlanabiliyor.
Buna rağmen, 'hoca, ilâhiyatçı, vs.' gibi unvanlar ardına gizlenip videolarla, ekranlarla ve hattâ câmi kürsülerinden veya minberlerinden konuşma hakkını nasıl elde etmiş olduklarına insanı şaşırtan bazı kimselerce, İslâm adına dile getirilen öyle iddialı sözler var ki, saçmalayanlar, bol bol hurafe üretenler karşısında insan'a, 'Ben senin gibi bir Müslüman değilim..' dedirttirebiliyorlar.
Bir de 'seçim' dönemine girdik ya..
Belki de ömürleri boyunca İslâm'la hiç barışık olmamış ve resmî ideolojinin putlaştırılmış, ikonlaştırılmış isminden , resminden, büst ve heykelinden bir 'laik kutsal' imâl etmeye çalışmış olanlar bile, 'Amaniiin, öyle bir Müslüman' gözükmeye çalışıyorlar ki..
Hani, seçim dönemi olmasa belki, 'Bizim değerlerimize itibar etmeye çalışıyorlar..' diye bir de teşvik ederiz.. Ama Müslüman kitleleri, sırtlarına binilecek 'dört ayaklılar' olarak görüyorlarsa; öylelerine, 'Haydi oradan! 4 ayaklı sensin!' der geçeriz.
Bu vesileyle belirteyim ki, bazıları bir taraf İslamî söylemlerle kitlelere şirinlik muskası gösteriyorlarsa, Müslüman halkımız, 'mümin feraseti'yle bakıyor öylelerine ve içinden gülüyor.. Aynı şekilde karşı taraf da, bazılarının hangi zaruretlerle resmî ideoloji ikonlarına itibar eder gibi sözleri telâffuz etmelerine gülüyorlar. (Haa, bu arada, ekranlarda devamlı laik ve Kemalist söylemlerle arz-ı endâm eden birileri de, yeni girdiği bir partinin listesinde yer almanın hızıyla, züccâciye dükkânına giren fil misalî, kendi şahısperestliğini, içlerine yeni girdiği bütün bir camiâya bulaştıracağının heyecanını yaşıyor. Göreceğiz!.)
Odun pazarında, nice satıcıların kendi odunlarını, hoş kokulu ve az külüyle en makbul ağaç olan ödağacı gibi gösterirler ama basiret ve tecrübe sahibi olanlar, durumu hemen anlarlar âkil ve ârif olanlar, aldananlara, 'Evlâdım, ödağacı gerçek olmasaydı, buraya taklidlerini, sahtelerini getirmezlerdi. Sen öd ağacını odunları ayırmasını bil, bul ve de öylesine tâlib ol..' derler.
Bu noktadaki zaafımızı gidermemiz gerekiyor.
Geçenlerde Eyyûb Sultan'da, İstanbul milletvekili Ahmed Hamdi Çamlı'nın başkanlığını yürüttüğü 'Der Saadet Vakfı'nda üniversiteli gençlerle bir sohbetimiz vardı.. Sohbet sonunda, iftar vakti erişince, üniversite öğrencisi 15 kadar kardeşlerle, taze simit, zeytin, peynir, ayran ve çayla nefîs bir iftar ettik. Yanımdaki avukat arkadaşım, 'Vallahi, bu sene yaptığım en huzur verici iftar bu oldu..' dedi.
Evvelki akşam da, Haseki'de 40 kadar Tıbbiyeli öğrencilerle, güzelce restore edilmiş ve öğrencilere tahsis olunmuş, son derece hoş bir mekânda, iftar öncesinde iki saate yakın bir sohbetimiz vardı; 'Müslüman dünyasının temel meseleleri' etrafında.. Derken, iftar saatine neredeyse 15-20 dakika kaldığını görünce, bazı kardeşlerimiz, 'Ağabey, sâde bir iftarımız var..' dedilerse de, iftar için, İhsan Süreyya Sırma Hocamıza önceden söz vermiştim, onun sofrasına yetiştim Fatih'e..
Her ânımızı yalnızca Allah'a ibadet /kulluk etmek şuûruyla idrak ve ibadetlerimize -hâşâ- Allah'u Teâlâ'nın değil, bizim ihtiyacımız olduğunu bilmek şeklindeki zihin dikkati ve kalb rikkatinden uzak düşmemek ümid ve duasıyla..