Bu yazı seçim öncesi gazetede yayınlayacağım son siyasi içerikli yazı.
Cumartesi ve Pazar günleri Star’da Fenerbahçe ve Eğitim yazıları yazıyorum ama onların alanı zaten başka.
Daha önce de yazdım, ister bugünkü siyasi iktidarı destekleyin, ister AK Parti’ye karşı olun, ister Türkiye’ye siyasi parti gözlüklerini hiç takmadan bakıyor olun, ister yabancı gözlemci olun Türkiye’nin 2014 Bahar’ında geldiği noktadan, zerre kadar dahi objektivite kaygısı taşıyorsanız, gelinen noktadan kimin, kimlerin sorumlu olduğundan tamamen bağımsız olarak, rahatsızlık duymanız gerekiyor.
Üstelik 2010 referandum, 2011 seçim muhteşem siyasi başarılarından, 2009 şoku atlatıldıktan sonra ekonomide yaşanan büyük başarılardan sonra.
Bu gelinen olumsuz noktanın mutlaka ve evet mutlaka sağduyulu bir analizinin yapılması şart.
Yapılmış, yapılan hatalar varsa, ki öyle gözüküyor, bunların tekrar edilmemesi ve Türkiye’nin yeniden eski Türkiye görüntüsünden hızla yeni Türkiye idealine doğru, 2003 sonrası olduğu gibi, emin adımlarla ilerleyebilmesi için.
30 Mart seçim gününe kadar yaşanmış olanları, herkes için, bir cinnet olarak görüyorum. Ancak, iyimserim, başka türlü bu ülkede yaşamak zorlaşır, herkesin, başta da siyasi iktidarın, Pazartesi gününden başlamak üzere, Türkiye’de yeni bir sahife açmaları zorunlu.
Seçim sonuçlarından tamamen bağımsız olarak hem siyasi iktidarın hem de muhalefet partilerinin yeniden normalleşme doğrultusunda adımlar atmaya başlaması gerekiyor.
Sayın Cemil Çiçek, muhtemelen sağduyusuna ve siyasi tecrübesine dayanarak bu talebi zaten dile getirdi.
Siyaset en nihai analizde bir kadro işi ve ben hala AK Parti kadrolarının büyük bölümünün normalleşme çizgisine geri dönüşü sağlamada en yetkin kadrolar olduğunu düşünmeyi sürdürüyorum.
Normalleşme havada kalmaması gereken bir kelime.
Benim kişisel kanaatime göre Türkiye’de, özellikle içinden geçtiğimiz kabus ortamında, normalleşme kavramının dayanağı AB standartlarıdır.
Bu önermenin önemini, doğruluğunu anlamak için AB standartlarının Türkiye için itici güç olabildiği 2003-2010 aralığı Türkiye’si ile AB standartlarının bazı kişiler, çevreler tarafından alay konusu yapılabildiği günümüz Türkiye’sinin mukayesesini yapmak yeterlidir kanısındayım.
2005 Türkiye’sinde mi, yoksa bugün mü, 2023 Türkiye’si hedeflerine daha umutlu bakıyorduk, bu sorunun cevabının çok net verilmesi gerekiyor.
2005 Türkiye’sini de, bugünün Türkiye’sini de aynı kadrolar yönetiyor ama aradaki temel fark siyasette AB çıpasının unutulmuş olmasıdır.
Ben hala umutluyum, önümüzdeki on sene için temel hedefim yüksek büyümenin, en azından yüzde altı ortalamalı bir büyümenin yakalanması.
2014-2023 ortalaması olarak minimum yüzde altı büyüme istiyorsak, ki bir dizi nedenden zorunlu, aksi takdirde başımıza çok belalar gelebilir, bu ortalama büyüme oranının yakalanması için demokrasi ve hukuk devleti hedeflerinin AB standartlarında hayata geçirilmesi de şart.
Yüksek büyüme demokrasi ve hukuk devleti hedefleri için hem ön koşul hem de sonuç.
Büyüme-hukuk devleti sarmalının yukarı yönlü işlemesi için de AB standartları çıpası bana mecburi gözüküyor.
Biraz naif beklentim Pazartesi sabahı ortak bir toplumsal refleksle bu yönde adımların atılmaya başlanacağı.
Hatta Pazartesiyi de beklemeyelim, Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı gönderme ve idare mahkemesinin kararı doğrultusunda twitter’ı hemen ama hemen açalım.
Empati yapmaya çalışıyorum, meseleye AK Parti yönetimi açısından bakmaya gayret ediyorum, twitter’ın kapalı kalmasının çok kısa vadede sınırlı yararları olduğu düşünülebilir ama orta ve uzun vadede hem AK Parti’ye hem de daha önemlisi Türkiye’ye zararları çok daha büyüktür.
Gün, uzun vade çıkarlarının kısa vadenin önüne geçirilmesinin günüdür.
Temennim Pazar seçimlerinin daha güzel bir Türkiye’nin önünü açması.