‘Seçebilmek’ bir ayrıcalıktır. Kıymetini bilmek lazım.
Biz, tabii biraz eski tüfeğiz. Neler, neler gördük. Bu yüzden, demokrasi lafının içindeki samimiyeti de, palavrayı da görürüz.
Yani, ‘seçim güzel bir şey’ diyorsam, zannedilmesin ki, ilkokul müfredatındaki, öğretmenimizin bize tatlı tatlı anlattığı, bizim de çocuk saflığıyla dinlediğimiz şeyden bahsediyorum.
Geçtik o günleri.
Bütün güzel kelimelerin içi cürufla doldurulabilir. Bin kere gördük bunu, en son, ‘17 Aralık şeytanlığı’ ortaya çıktığında gördük.
En güzel kelimeler, en ulvi hisler, gözümüzün bebeği, Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz, gözümüzden çok kıymet verdiğimiz kutlu kelimeler, meğer, ne büyük adiliklere alet edilebilirmiş?
‘İlim’ meğer, ne kadar süfli maksatlara hizmet edebilirmiş?
Gördük. Görmez olsaydık!
Seçim günü, kimsenin ağzının tadını bozmak istemem. O yüzden, hemen geçelim bu mevzuları. ‘Seçim, güzel bir şeydir.’
Kaybetmek? Seçimle kaybetmek ‘temiz’ bir kaybetmektir. Darbe gibi, kumpas gibi, şantaj gibi pis, mülevves değildir. Çalışırsın, bir dahaki seçimde kazanırsın.
Seçebilmek, ‘nitelikli’ bir ‘insan hali’ dir.
‘Seçebilen insan’la ‘seçemeyen insan’ arasında büyük bir fark vardır.
Yok yok, ‘seçme seçilme hakkı filan tarihte verildi’ demeyeceğim.
Hele hele, ‘kadına seçme seçilme hakkı verildi’ edebiyatı hiç yapmam.
O dedikleri devirler, tek parti devriydi. Tek parti devrinde, seçme seçilme hakkı yalandır. Yoktur öyle bir şey.
Karşına ikinci bir alternatif konulmuyor ki ‘seçme hakkı’ndan söz edebilelim.
Bir tane parti var. Ona vereceksin. Biz buna ‘hak’ demiyoruz. Bir tür ‘mahkumiyet’ diyoruz.
Tek partiye mahkumiyet.
Öyle ülkeler var. Bakın o ülkelerde yaşayan insanların yüzüne.
Normal, seçimlerle, sandık yoluyla iktidarların değiştirilemediği ülkelerde yaşayan insanların yüzüne bakın.
Eksikliği görürsünüz.
Faşizmin, despotizmin eksilttiği insandır onlar.
Eliniz yokmuş gibi. Eliniz yok, çünkü sizi yönetenleri oy vererek seçemiyorsunuz.
Yani, eliniz varmış gibi, bir imkandır, seçebilmek.
Şu cümlelerin tam yeri şimdi. (Bir kaç hafta önce yazmıştım. Bugüne çok uygun düşer. Güncelliyorum.)
Mührü basıyorsun.
Zarfı kapatıyorsun.
‘Bismillah’ deyip sandığın içine atıyorsun.
Aheste aheste eve doğru yürüyorsun.
‘Artık onlar uğraşsın’ diye mırıldanıyorsun belki.
Belki içinde bir ‘gol’ sevinci. Biliyorsun, top ağlarda.
Akşam, ekran başındasın. Golün nasıl girdiğini ağır çekimde seyrediyorsun. Sabaha kadar seyrediyorsun. Tekrar tekrar, yorumlarına kadar seyrediyorsun.
‘Oynat Uğur, yaklaştır yaklaştır, tamam, burada dur. Hooop, top çizgiyi geçti. Ve işte, ağlar havalanıyor.’
Arkadaşlar ‘köylerden gelen oylardan’ da ümidini kesinceye kadar bu seyrin tadını çıkarıyorsun.
O an, bir özgürlük anıdır.
Faşistin oturduğu sandalye, dondurma gibi eriyor ve faşist yerlerde sürünüyor.
Ağrısı sonradan çıkıyor.
Surat mosmor.
Sonra da işte, ‘göbeğini kaşıyan adam, çobanın oyu, profesörün oyu’ gibi abuk sabuk felsefeler. Bunun da tadını çıkarıyorsun.
Hatta, twitter’dan çıkma tiplerin kuşbeyinlerini de sokuyorsun sandığa.
Seni incelemek için mitinge gelen, gelirken küpesini çıkaran hanımevladını...
Fakirlik ha? Boyumuz fakirlikten kısaymış ha?
Senin boyun uzun da, deve bakıcılığı mı yapıyorsun? Ya da, gel, yaklaş, sana uzun boy göstereyim!
Sen, UNİCEF’in kumbarasına bile 25 kuruş atmazken...
O fakirler, Açe’de, Somali’de, Suriye’de, Arakan’da, Nijer’de, Etyopya’da mazlumların, mağdurların yaralarına merhem oldular. Amerika’da bir afet olduğunda, ‘beyaz adam’a ve ‘siyah adam’a kadar uzandı elleri. Sen bunu anlayabilir misin?
Zorlama kafanı, anlamazsın.
O fakirlerin beş kuruşu, senin bütün varlığından daha ağır basar, Twitter çocuğu.
Böyle bir şey işte seçim.
Göbeğin kaşınmıyor ama, inadına, kaşıyorsun göbeğini. “Yaz oğlum” diyorsun, ya da “Yaz yazar teyze... Yaz, bacaksız köşeyazarı... Ve yaz, kuşbeyinli... Bir daha yaz, bak kaşıyorum göbeğimi!”
Böyle bir şey, ‘rey atmak.’
Sanki Hami frikik atıyor, topun ağlara gittiğini göremiyor bile arkadaşlar!
Yani, demem o ki, seçim güzel şey.
Tadını çıkarın.