Bir futbol maçlarının, bir de seçimlerin ülkemizde bu kadar uzun süre gündemi meşgul etmesini bir türlü anlayabilmiş değilim. Neticede bir maçtır, günü ve saati gelince, oynanır, olur biter. Ya da seçim, belirlenen günde yapılır ve herkes işine bakar. Ama hayır, özellikle büyük takımların maçları günler öncesinden, bazen aylar öncesinden gündeme oturur. Takımların taraftarları kelimenin tam anlamıyla kışkırtılır, en yüksek seviyede motive edilir ve maç saati gelip çatar. O da ayrı bir dert, taraflar ve taraftarlar bir oyuna değil, bir meydan savaşına çıkmışlar gibi davranırlar. Her saniyesi, her atağı, her tacı, her korneri olay. Maç, kazasız, belasız tamamlanmış, takımlar sahayı selametle terk etmişse bile, maça dair yorumlar, uzman görüşleri, analizler başlıyor bu sefer. Günlerce hem de. Bazı olaylı maçlar senelerce konuşulabiliyor. Bazı takımların bazı şehirlere gitmesi, sahaya çıkması bir dert, çıkıp oynadıktan sonra, hele bir de galip gelmişse, sahadan ve şehirden çıkması ayrı bir dert. Taşlanan, camları kırılan takım otobüsleri bile oluyor. Kurşunlananını da gördü bu gözler. Bir de bazı şehirlerden galibiyetle dönen takımların havaalanlarında görkemli karşılanmaları vardır ki Barbaros, Preveze seferinden dönmüş sanırsın. Basının, taraftarın bu akıl ötesi ilgisi beri tarafta bazı yöneticileri de başka biçimde motive edebiliyor. Olmadık tutumlar sergileyebiliyorlar bu yüzden.
Mesela geçenler de bir büyük takım normal oyuncularıyla değil, on altı yaş altı takımıyla bir maça çıktı ve bir dakika sonra da sahadan çekildi, takımlarına karşı birtakım haksızlıklar yapıldığını söyleyen ve bunu protesto eden yöneticilerin kararıyla. Tabi Futbol endüstrisi denen rant çarkından, futbolcuların aldıkları ücretlerin astronomik rakamlarından bahsetmiyorum bile.
Seçimler de öyle. 31 Mart'ta Belediye seçimleri oldu ülkemizde. Aylar öncesinden partilerin, bağımsız adayların propaganda sürecine tanıklık ettik. Sonra seçim günü, kazanan, kaybeden partileri konuştuk. İtirazlar, iptaller, kayyumlar, verilen, verilmeyen mazbatalar, doğru, yanlış adaylar konuşuldu. Toplum gerildikçe gerildi. Bazı şehirlerde çıkan olaylar yüzünden yürekler ağızlara geldi. Hala konuşuluyor. Kimi partilerin aldıkları başarı, kimisinin başarısızlığı enine boyuna tartışılıyor ve bu durum daha günlerce, belki aylarca sürecek. Yıllardır tartışması hala devam eden seçimleri de bilirim nitekim. 31 Mart seçimlerinin dumanı hala tütüyorken, şimdiden dört sene sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri konuşulmaya başladı bile. Seçimlerden başarıyla çıkan iki Belediye başkanı üzerinden hem de. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bu iki başkan, belediyesini kazandıkları şehre hizmet etmekten çok gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklanacaklar.
Hem futbolun hem seçimlerin bu denli hayatımızı rehin alması normal gelmiyor bana. Bu işin içinde bir iş olmalı. Çünkü bunlar yüzünden kimse iş yapmıyor.
Merak ediyorum ve görmediğim, bilmediğim için soruyorum: Avrupa'da da durum böyle mi gerçekten? Neticede hem Futbolu hem de seçimleri onlardan almışız. Onlar da bir futbol maçını bizim gibi evire çevire mi konuşuyorlar? Bizim gibi cılkını mı çıkarıyorlar? Ya da seçimler, onların da hayatlarını, gündemlerini, akıllarını, zihinlerini, zamanlarını bu kadar meşgul ediyor mu? Yoksa maçın görseline mi odaklanıyorlar ve bu görselin zevkine varmaya mı çalışıyorlar? Ya da ülkeyi, şehri, kasabayı, köyü en iyi kimin yöneteceğine mi bakıyorlar ve kararlarını verdikten sonra bir daha ki seçimlere kadar defteri kapatıyorlar mı?
Onlarda da muhtarlık yüzünden insanlar birbirlerini öldürüyorlar mı?