Yerel seçimlere seksen gün var. Partilerin adayları gelecek hafta başı kesinleşecek. Bu arada seçim beyannameleri de kamuoyuyla paylaşılmış olacak. Kentli hakları ve belediye konusunda çalışmaları olan birisi olarak "seçim beyannamelerinde neler görmek isterim?" diye kendimce düşündüm. Sanırım şu üç hususu okumak isterim: Dirençli kentler, şeffaf planlama ve katılımcı yönetim. Tabi bunların sayısı artabilir veya kişiden kişiye değişebilir ancak bu üç kavram diğer hususların bir anahtarı sayılır bence...
Dirençli kentler
Yaşanılan deprem ve olası afet senaryoları ile bu kavramı daha çok konuşmaya başladık. Ancak mesele depremden, selden ibaret değil... Dirençli kent daha geniş bir alanı kapsıyor. Fiziki, çevresel, sosyal ve ekonomik yönden, kentlerin karşılaşabileceği her türlü tehlike, tehdit ve olumsuz durumlara karşı kentin dinamiklerinin hazırlıklı ve koordineli olmasını içerir dirençli kentler meselesi. Doğru öngörüler üzerine kurulu kentler, sorunları ile etkin mücadele kabiliyetine sahip oluyor. Bu kentler krize girmez veya girse de bu krizden çıkmasını bilirler. Mekânsal planlama, yapı dayanıklılığı, afet yönetimi kadar toplumsal bilincin oluşması da bu kavramın bir parçasıdır. Yani dirençli kent olmak yönetim kadar o kentte yaşayanlara da ödev yüklüyor... Bireyden başlayarak eve, mahalleye, semte ve şehre yayılan bir dönüşüm gerektiriyor aslında! Bu da iyi bir planlama ile mümkün...
Şeffaf planlama
Planlama görevi ve yetkisi devlete aittir. Bu görevini kurumları aracılığı ile ifa eder devletler. Bir ülke veya bir belediye ölçeğinde, yapılacak planlamanın ilkeleri neredeyse aynıdır... Ölçek ihtiyaçları değiştirse de mantığı değiştirmez. Planlama; çevre tasarımı konuları hava, su, altyapı, yerleşim yerleri ve çevresinde yer alan ulaşım ve dağıtım şebekeleri dahil olmak üzere birçok kentsel meseleyi kapsar. Bu geniş çapı nedeniyle planlama zahmetli bir iştir. Bu durumda "doğru planlamayı nasıl yapacağız?" sorusu önem kazanır. Bunun iki ayağı var: Yerelden planlamak ve nitelikli isimleri bu süreçte görevlendirmek... Peki bunlar yeterli mi hayır! Zira bu kimselerce yapılacak imar ve bütçe çalışmaları ile stratejik planlar halk tarafından benimsenmemişse, kabul görmemişse veya plan "toplumun yapısına müdahale" olarak anlaşılmışsa uygulamada hiçbir şekilde karşılığı olmayacaktır. "Doğmadan ölmek" tabirine uygun bir durum doğacaktır. Bunu ancak ve ancak "katılımcı yönetimle" aşmak mümkündür...
Katılımcı yönetim
Bugün küresel, ulusal ve yerel ölçekteki kamu yönetimi anlayışında, "seçim" hala rol oynuyor olsa bile artık asıl değerli olanın "seçmene sürekli danışma" ve "karar verme süreçlerine katılması" olduğunu görüyoruz... Halka yakın bir siyaset ile seçim kazanılabilir ve önemlidir. Ancak bundan daha kıymetli olan halkı seçimden sonra da karar alma süreçlerine yakın tutmayı başarmaktır. Halktan aldığı yetkiyi, halkla kullanmak esas meziyet! Katılım, karar verme süreçlerinin "halka yakın" bir mecrada seyretmesidir. Yönetimi vatandaşa yaklaştırmak, kararların içeriğini zenginleştirmek ve alternatifli biçimde tartışmak, etkin bir müzakere ortamı tesis etmek, yöneticinin "buyuran" değil "ikna eden" bir yöntem seçmesi ve kararların sade, açık ve anlaşılır olması katılımın unsurları arasında sayılabilir.
Yerel seçim sonuçlarının temel iki faktörü var birincisi aday, ikincisi vaatler. Vaatlerin toplandığı genel nitelikli belgeler olan "beyannamelere" bakınca, partilerin meseleye bakışını anlarız. İşte bu üç unsuru vurgulayan beyannamelerin önemi çok büyük.
Ancak tüm bunlara ek şu soruyu sorarak oy vereceğiz sanırım:
Hangi parti, seçim beyannamesindeki vaatlerini mevcut adayıyla gerçekten yapabilir?