Serdal Adalı ve Tayfur Havutçu hakkındaki vicdani kanaatimi soruşturmanın daha ilk döneminde dile getirmiştim. Kamuoyuna yansıyan konuşma kayıtları ve bölük pörçük bilgilerden çıkan tablo netti: Olsa olsa bir “usulsüz transfer görüşmesi” vardı ortada. Türkiye’de sıkça rastlanan ve elbette benim onaylamadığım bir durum. Burası tamam. Ama bir “şike ya da teşvik girişimi” konusunda ikna olmamıştım.
Yine de tedbiri elden bırakmadım. Bizim bilmediğimiz kanıtlar ya da bulgular söz konusu olabilirdi. Mahkeme sürecini bekledim. İddianameyi baştan sona özenle okudum. Ek klasörleri sabırla gözden geçirdim. Klasörlere yansıyan kimi konuşmalarda Havutçu’nun futbolculara yaklaşımı beni etik açıdan rahatsız etti. Bu da yine futbol camiasında sıkça rastlanan ve benim kabullenmekte zorluk çektiğim bir tutumdu. Ama işin Beşiktaş kısmıyla ilgili vicdani kanaatim değişmedi. Tüm bulgular ışığında aklım da farklı bir şey söylemedi bana. Şimdi oturup Yargıtay aşamasını beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.
Her ne olursa olsun, Beşiktaş’ın adının bu sürece karışmış olması çok ama çok üzücü, bir o kadar da yıkıcı bir duygu. Ben bu duyguyla baş etmeye çalışıyorum. Biliyorum ki Beşiktaş taraftarı da aynı durumda. Şimdi hepimize düşen bir görev ve sorumluluk var: Seba sonrası dönemin yanlışlarını uzun uzadıya düşünmek, bunların ciddi bir muhasebesini yapmak ve buradan Beşiktaş’ın geleceğine ışık tutacak sonuçlar çıkarmak. Beşiktaş taraftarı ve camiası için en hayati sorun budur artık.
Son dönemde ortaya çıkan tablo Seba sonrası dönemin yanlışlarının birikmesinin, kontrol edilemez hale gelmesinin ürünü. Diğer kulüplere benzemeye çalışmanın, “Anında Başarı Kültürü”yle baştan çıkmanın ağır bedelini ödüyoruz. Varolan futbol kültürüne ayak uydurmanın bizi getirdiği yer bir “şike soruşturması” oldu zaten. Bu, biz futbolseverler için bir arınma, özellikle de kulüplerin yönetsel yapısını değiştirme fırsatıydı, onu da kullanamadık. Futbolun ağır işleyen çarkı tüm köhnemişliğiyle gıcırdamayı, tüm değerleri öğütmeyi sürdürüyor.
“Peki, anladık,” denecektir, “Ama hiç mi doğrusu olmadı Seba sonrası yönetimlerin?” Elbette oldu. Ama asıl sorun bu doğrularda diretememek, “başarı kültürü”ne onları kurban etmekti esasen. Söylenecek çok şey var, ama tek bir örnekle yetineyim: del Bosque ya da Schuster 2. sezonu görebilseydi Beşiktaş’ta, bir şeyler değişmez miydi? Daha beteri: Eski yönetim Schuster’i tutmakta ısrarcı olsaydı, şike soruşturmasında adı geçer miydi Beşiktaş’ın? İ. Akın’ı transfer etmek gibi saçmasapan bir girişim yaşanır mıydı?
Şimdi Fikret Orman yönetimi bıçak sırtı bir konumda. Beklentiler büyük, bunları yönetmek zor. “Olumlu” ve “olumsuz” sonuçlar start çizgisinde başa baş durumda. Verilecek kararlar can alıcı önemde. Gelecek yazılarda bunlara değinmeye çalışacağım.