Ne zormuş arkadaş... Türk ile Kürt’ün, Türk ile Arap’ın, Arap ile Kürt’ün, türlü türlü rengin, türlü türlü kavmin ümmet potasında yeniden kardeşliği; ne zormuş!
Coğrafyamızı kanton kanton böldüler
Koca coğrafyayı kanton kanton bölmediler mi?
Son 200 yıldır coğrafyamızı kanton kanton bölerlerken bu bölmeyi sadece coğrafi olarak yapmadılar.
Zihinlerimizi, gönüllerimizi de böldüler.
Türkler ile Araplar arasına...
Araplar ile Kürtler arasına...
Onunla bunun; benimle senin arana duvar ördüler...
Böldüler... Böldüler... Böldüler..!
Sonuç: Bizi hem fiziki hem gönül olarak bölenlerle dost; bir zamanlar “biz” olduklarımızla düşman oldurdular.
Oysa biz kardeştik ve Selçuklu’da, Osmanlı’da bu kardeşliği yaşamıştık.
Su uyur düşman uyumaz
Türkiye-Suriye ilişkilerinin muazzam seviyeye ulaştığı günlerde İranlı bir devlet adamına soruyorlar, “Eğer Erdoğan ile Esad arasındaki ilişki böyle giderse, Suriye’nin demokratikleşme süreci yumuşak geçişle tamamlarsa ne olur?”
Cevabı şu oluyor, “Türkiye’nin nüfus alanı Arap yarımadasının güneyine kadar iner. Yani Yemen’e kadar tüm coğrafya Türkiye’nin nüfus alanında olur.”
Peki, bugün yaşadıklarımız ile İran’ın ilişkisi ne olsa gerek?
Meydan Dayı: Biliyordum bir gün geleceğinizi
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun temaslarını takip için Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’deydim geçen hafta. Bakü’nün şiddetli rüzgar ve yağmurlu bir akşamında işadamı dostum Hüseyin Büyükfırat ile şehir turu yapıyorduk. Gözlerim değişen Bakü’de, kulaklarım Hüseyin’deydi.
“Buralar önemli Hasan ağabey, buraları ihmal etmemek lazım” diye başlayan konuşmasını 20 yıl önce yaşadığı bir anısıyla sürdürdü.
“Azerbaycan’a geldiğimde öğrendim ki Stalin döneminde insanlık dışı uygulamalarla sürgün edilen Ahıska Türklerinin bir bölümü Azerbaycan’ın dağlık kesimlerine yerleşmiş. Gidip buldum onları; Saatlı şehri Kazanbatan köyünde. İlk gittiğimde, bizi karşılayanlar arasında ihtiyar bir amca da vardı. Bize yaklaşırken yanındakilere bir şeyler söylüyordu ağlayarak. Anlamıyordum ama çok duygusal anlardı. Öğrendim ki yanındakiler şunu söylüyormuş: ‘Ben size demedim mi? Bir gün gelecekler demedim mi? Bakın geldiler. Bize geldiler. Osmanlı’nın torunları geldiler.’ İsmini sordum ‘Meydan’ dedi.
Ona o günden sonra ‘Meydan Dayı’ dedim. ‘Meydan Dayı benden ne istiyorsun?’ dediğimde ilk isteği cami oldu. Ve biz cami inşaatına başladığımızda dört duvarı çevrili inşaata seccade koyup aylarca namazını orada kıldı. Her seferinde ‘Sizin geleceğinizi biliyordum ve hep yakınlarıma bekleyin bir gün gelecekler dedim’ diyordu.”
Hüseyin Büyükfırat’ın yaşadığı hikayenin benzerlerini Afrika’ya, Balkanlara hatta Uzak Asya’ya gidenlerin çoğu yaşamıştır. Müslüman dünya hep birilerini beklemiştir uzun fetret devrinde ve o birileri Osmanlı’dır. Yani biziz. Yani sözün başında söylediğim kardeş olduklarımızdır.
2004’teki Tsunami felaketi sonrası Endonezya’nın Açe Sumatra adasına gittiğimde bir Açeli Müslaman Osmanlı’nın da ötesine geçen tarih şuuru ile “Ben Selçukluyum evlat” demişti de hayrete düşmüştüm!
***
Bugün bize “Musul’un Başika bölgesinde ne işiniz var” diyorlar. Bugün bize “Bayırbucak’la neden bu kadar ilgilisiniz” diyorlar. Bugün bize “Halep’i niye bu kadar önemsiyorsunuz” diyorlar. Dünde bizi “Bosna’ya yardım ediyorsunuz” diye suçluyorlardı. “Kosova ile neden bu kadar ilgilisiniz” diyorlardı. “Kıbrıs’ta ne işiniz var, Makedonya’ya, Arnavutluk’a neden gittiniz” diyorlardı.
Çünkü bizi lime lime edip parçalamışlardı, kardeşimiz dediklerimiz arasına nifak sokmuşlardı, birbirimize düşman etmişlerdi... Bizi birbirimize düşürenleri dost belletmişlerdi.
Bugün artık mevcudun sürdürülemez olduğunun farkındayız. Coğrafyamızın yeniden şekillendiğinin farkındayız. Savunma hattımızı nerede kuracağımıza, nereye kadar çekilip; nereye kadar yürüyeceğimize biz karar vereceğiz!
Zira, Meydan dayı gibi niceleri yolumuzu gözlemektedir! Yarın çok geç olabilir.
Musul meselesini, Bayırbucak meselesini bir de bu gözle düşünün.