20 Aralık yazıma, ‘Adı konuldu: 17 Aralık Operasyonu’ diye başlamıştım.
Mesele yolsuzluk ve rüşvet değildi, anlaşılmıştı.
Yolsuzluk ve rüşvet, işin ‘susturucusu’ydu. İçinden bu iki kelime geçen her dosya lanetliydi ve kimse kendini bu iki kavramı savunur duruma düşürmezdi!
Bir kesimde öyle de oldu.
‘Aman yolsuzluğu, rüşveti savunur duruma düşmeyelim’ kaygısıyla yazıp çizenler, isteyerek/istemeyerek ‘maksadın hasıl olmasına’ katkı sundular.
Bu tavır veya tavır almama hali ‘susturucu’ etkisinin işe yaradığını gösteriyor.
Tekrar etmezsek yine tefe koyarlar, söyleyelim;
Yolsuzluk ve rüşveti masum veya mazur gösterecek hiçbir zorunluluk hali yoktur. Yargı ve kolluk sistemi bununla mücadeleyi ‘hukuk kuralları’ ve yargısal süreç içinde kalarak yapar, kişiselleştiremez.
Aksi halde;
Yani, hukuk kuralları ve yargı sistemini çiğneyerek kişiler yolsuzluk ve rüşvetle suçlanırsa, bundan en çok yolsuzlar ve rüşvetçiler yararlanır.
Karşımızda Cumhurbaşkanı’nın bile tepki gösterdiği bir ‘hukuk skandalı’ var... Bu aşamayı geçemediğimiz için bir ‘yolsuzluk ve rüşvet skandalı’ndan söz edemiyoruz.
Çünkü sürecin ilk aşaması, soruşturma aşaması baştan ‘sakat’...
Bu sakatlığın nedeni de bizzat savcılık.
Çünkü;
- Açılan soruşturma dosyası, yasal zorunluluk gereği Ulusal Yargı Ağı Projesi’ne ‘içeriği ile birlikte’ girilmesi gerekirken ‘sadece numara’ ile girilmiş, içeriği gizlenmiş; böylece yargı sürecinden saklanmış. Yargıda buna ‘hayalet dosya’ deniliyor.
- Bu hayalet dosya, HSYK’nın 18.10.2011 tarihli ve 10 Numaralı ‘Soruşturma usul ve esasları’ başlıklı genelgesine aykırı olarak başsavcıdan da saklanmış.
- Dosya, bir başsavcı vekilinin ‘nöbet günü’ beklenerek onunla paylaşılmış, o da dosyayı bir başka ‘güvenilir’ savcıya vermiş. Bütün bunlardan başsavcının haberi olmamış.
- Gözaltına alınacak şüphelilerin tutuklanması aşaması da düşünülmüş. Bir hakime denk gelecek şekilde ifadelerin alınması planlanmış, ancak operasyon başladığında durumdan haberdar olan başsavcı iki farklı savcı daha görevlendirince ifadeler uzamış. Böylece bazı şüpheliler başka bir hakimin karşısına çıkmış ve hakim ‘deliller tutuklamayı gerektirmiyor’ diye serbest bırakma kararı vermiş. Bir savcının gözaltına alınanlara ‘İki dakikanız var, anlatın’ demesinin nedeni de böylece anlaşılıyor.
- Soruşturma belli polis yetkilileriyle birlikte yürütülmüş, onlar da yasal zorunluluk olduğu halde soruşturma evrakını POLNET sistemine girmemiş, özel bilgisayarlarından takip etmişler.
İkinci operasyondaki hukuk katliamı bundan daha vahim.
Savcının, polisten gelen dosyaların mühürünü bile açmadan operasyon kararı verdiği gazetelere kadar düştü.
Savcı, hukuksuzluğunu dosyayı UYAP’tan gizleme, başsavcıya haber vermeme, yangından mal kaçırır gibi operasyon kararı alma ve dosya içeriğini medyaya servis etmekle taçlandırmış!
İşte bütün bunlar ‘operasyonun hedefinin yolsuzluk olmadığını’ ortaya koyuyor.
Bütün bu hukuksuzlukların nedeni açıklığa kavuşmadan yolsuzluk konusuna -maalesef- gelemiyoruz.
Bu ciddi sakatlıklara rağmen böyle bir soruşturmanın ve savcılarının, polislerinin arkasında durulmasını anlamak güç.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, cemaatin bu olaylarla ilgisi olmadığını açıkladı. Onursal Başkan Fethullah Gülen Hocaefendi de Cumhurbaşkanı’na gönderdiği mektupta vurguladı. O halde yapılması gereken, bu ‘operasyonel yapı’nın tasfiyesine katkıda bulunmaktır. Bazı kamu görevlilerinin eylemlerininarkasında durmak, ‘cemaate gönül vermiş kadroların tasfiye edilmemesi’ kaygısıyla izah edilemez.
Rüşvet iddialarının ‘ciddiyeti’ savcının bu iddiaları ortaya atarken hukuki süreçleri çiğneyip çiğnemediğine bağlıdır.