Amerika’da yaşayan FETÖ’cü polis Ahmet Sait Yayla’nın, Çağlayan’da şehit edilen savcımız Mehmet Selim Kiraz’ı katleden DHKP-C’li Şafak Yayla’nın kuzeni çıkması, savcı cinayetini yeniden kaldırıldığı raftan indirecek gibi görünüyor.. Örgütlerin birbirleriyle bağlarını ortaya koyarken, PKK, DEAŞ, DHKP-C gibi yapıların aynı merkezden idare edilen, duruma göre sahaya sürülen markalar olduğunu hep söylüyoruz. Şartlara göre, hangi örgüte veriliyorsa ihale o taşeron yapıyor vazifesini.. Ama artık bu ilişki ağı tel tel dökülmeye başladı.. Şimdi eğer Mehmet Selim Kiraz savcımızı DHKP-C’nin şehit ettiğine kuşku yoksa.. Bu cinayet tam da Berkin Elvan soruşturmasında sona yaklaşılırken gerçekleştiyse.. O vakit şu tespiti yapmak lazım.. Faşist Gezi kalkışmasında ölen sivillerin tamamı Aleviydi.. Doğru mu?.. Sokaklarda Alevi çocukları seçerek öldüren akıl da, Türkiye’de iç savaş isteyen ve kışkırtan yabancı gizli servis aklı.. Ve şehit savcımız bu sonuca çok yaklaşmışken öldürüldü.. Savcı cinayeti, buz gibi bir FETÖ operasyonu çıkarsa şaşırmasın kimse
PKK - CHP
PKK Terör örgütü elebaşı Cemil Bayık açıktan ittifak tekli etti CHP’ye.. Bir önceki teklif Sırrı Süreyya Önder üzerinden gelmişti.. Zaten daha evvel de “birlikte salladıkları” için bu fazlaca dikkat çekmedi.. Ama şimdi apaçık dağdan, PKK ana karargahtan CHP’ye işbirliği çağrısı gelmiş olması, işin rengini tamamen değiştirdi.. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken tek bir hamle var.. Dönüp PKK’ya, “.. sen kimsin hadsiz..” demeli.. “.. sen elinde askerini polisin, doktorun, öğretmenin kanı olan alçak aşağılık bir terör örgütüsün.. Benim varlık sebebim seni tarihe gömmektir, ne ittifakı!..” demeli.. Diyebilir mi?..
Eren’in ayakkabıları
Annesi anlattı..
“..Öyle süslü püslü pabuçları yoktu benim oğlumun. İşte bu kara lastik pabuçları giyerdi yaz-kış. Şimdi ben giydim o pabuçları. Eren'imin şehit olduğu gün ayağındaydı bu kara lastikler…”
Neyse.. Herhalde hiçbir müze istemez bu ayakkabıları..
Tartışmanın lüzumu yok..
Kararı değil kitabı değiştirelim
Adana’da bir cinayet işlendi.. Bir baba 13 yaşında kızına tecavüz edip hamile bırakan genci öldürdü.. Ateş ederken; “Sen kızıma tecavüz ettin, senin yüzünden psikolojik tedavi görüyor” diye bağırıyordu.. Adam şimdi cezaevinde.. Serbest kalması için sosyal medyada kampanya yapılıyor.. Hakimlerin önünde kitap var. Kararlarını bu kitaba göre veriyorlar.. Tecavüzcüyü serbest bırakan hakim de, kızına tecavüz eden adamı öldüren babayı tutuklayan hakim de aynı kitaba bakıyor.. Kararı değil de kitabı değiştirmek lazım demek ki..
Çekirdek aile
İzmir’de 3 yaşındaki çocuğu servis minibüsünde unuttular.. Çocuk havasızlıktan öldü.. Soruşturması sürüyor..Servis şoförü, bindirdiği çocuğu indirmeyi unutan hostes, okula gelmediğini fark etmeyen öğretmen.. Hepsi soruşturuluyor.. Ama asıl sorgulanması gereken bize dayatılan yaşam biçimi... Asla kadınların üretime katılmasını tartışma konusu yapmıyorum.. Benim rahmetli annem de çalışıyordu.. Kadınların çalışıyor olması normal Hatta günümüz ekonomik koşullarında zorunlu… Peki ama çalışabilmek adına bu yaz sıcağında, sabahın köründe, 3 yaşındaki bir çocuğu neden kreşe yolluyoruz?.. Çünkü evde o çocuğun başında duracak kimse yok.. Çok değil sadece bir kuşak öncesinden söz ediyorum.. Bizim büyüdüğümüz evlerden.. Anne işe de gitse, evde bir anneanne, babaanne, büyük hala olurdu.. Çocuk mis gibi büyür giderdi.. Oysa bize bir model dayattılar.. Küçük aile.. Kutu gibi evler.. Büyükler kendi evlerinde yaşasınlar.. Herkesin kapısı ayrı.. Falan, filan.. Bize bu minimal yaşam ‘ideal’ olarak pazarlandı.. Keşke eskisi gibi, daha büyük evlerde kalabalık bir hayat sürebilsek..