Kürt hareketi Türkiye solu içinde yer alan çeşitli grupların zaviyesinden bakınca hem Gezi’de hem 17 Aralık sürecinde iyi bir sınav vermedi. Gezi’ye çıkmadı, hatta bu eylemi ulusalcı bir kalkışma olarak gördü. Nişantaşı ve Cihangir’den yollanan, hükümete karşı mücadele mesajlarını ve Erdoğan’ı devirme tekliflerini elinin tersiyle itti.
Oysa Kürt siyaseti ‘üçüncü yola’ en azından teorik olarak ikna olmuş görünüyordu. Ama sıra iknanın gereğini başka yoldaşlarla ve başka üçüncü yolcularla yerine getirmeye gelince, başına buyruk davranıyor, yoldaşların hedefindeki siyasi güçle Kürt meselesini çözmeye çalışıyordu.
‘Üçüncü yolun’ tek ve bağımsız yolcusu gibi davranmak, ittifaklardan’ kaçınmak bir gün hesabı sorulmak üzere yoldaşlar arasında deftere kaydedildi.
Hesaplaşma belki 31 Mart seçimleri sonrasına kadar tatlı-sert bir atmosfer içinde cereyan edecek. Nihayetinde BDP’nin siyasi şemsiyesi altında seçimlere giren bir HDP gerçeği var.
Ama bu hesaplaşma görülmeden Kürt siyasetinin çözüm zemininde yoluna devam etmesi giderek zorlaşacak.
Hesabın görüleceği adres ise
İmralı..
Öcalan’a karşı başlatılan itibarsızlaştırma kampanyaları bu hesaplaşmanın ilk adımları olarak görülebilir.
Öcalan’ı, herkes biliyor ki İmralı’da Ergenekoncular sorguladı. O sorgu kasetlerinin bazıları belki de MİT’in bile arşivinde yoktur.
Öcalan’ı İmralı’da sorgulayan Hasan Atilla Uğur, iki sene önce bu sorgunun önemli bir kısmını bir kitap haline getirip bastı. İnternete sızdırılan ve belli ki aynı sorgu sahnelerinin yer aldığı Öcalan kasetinde farklı bir şey yok. Daha önce bir gazetenin yaptığı yayınlarda da olmadığı gibi.
İşin hülasası şu:
Öcalan Kürtleri eğer imkan verilirse Türkiye’ye entegre etmek istiyormuş!
Ergenekon’un da amacı bu değil miydi? Ergenekoncular iktidarı ele geçirselerdi bağımsız Kürdistan mı kurulacaktı? Madem Öcalan bu göreve talip oldu, görevini yerine getirmesine İmralı’yı on yıl boyunca denetleyenler neden izin vermediler?
Öcalan, silahlı militanlara, ülke topraklarını hem de hiçbir karşılık beklemeden terk etme çağrısı yapınca, Öcalan’a gidip, ‘Hepsi gitmesin 500’ü kalsın’ diyen komutan kimdi Allah aşkına?
Bu ülkenin bütün solcuları ve ulusalcıları yıllardır anladıkları manada bir entegrasyon için mücadele etmiyorlar mıydı?
PKK’ye kayıtsız kalmamaları Öcalan Bekaa’dayken yaptıkları ziyaretlerin amacı PKK’yi ‘ulusal zeminde’ ve ‘kapsama alanı’ içinde tutmak değil miydi?
Şimdi, bu ‘kapsama alanının’ Öcalan’ın siyasi tercihleri sonucu daraldığını görüyorlar ve onunla hesaplaşmaya hazırlanıyorlar.
Daha başka kasetler, başka görüntüler de medyaya servis edilirse hiç şaşmamak lazım.
Kürtleri Gezi eylemleri sırasında az sıkıştırmadılar. Gözler Öcalan’a çevrilmişti, ama Öcalan Gezi için işe yarar bir açıklama yapmayınca, malum çevreler, kendilerini ihanete uğramış gibi hissettiler.
21 Mart Newroz’unda okunmak üzere yazdığı mektuptan sonra Öcalan’a öfke zaten doruktaydı. Ama bu öfkeyi ifade etmek cesaret gerektiriyordu.
Öcalan’ın 17 Aralık operasyonuna yönelik tutumu bardağı taşıran son damla oldu.
Kandil ve Öcalan arasındaki mesafenin açılması için epey uğraştılar. Bu uğraşlarından sonuç çıkmadı, ama araya bir soğukluk sokmayı başardılar.
Şimdi Öcalan’ı hükümete angaje olmakla, Başbakan Erdoğan’la anlaşıp Türkleri satmakla suçluyorlar.
Bu satışa gelen Türkleri merak ediyor insan.
Kim bu Türkler? Nişantaşı ve Cihangir ‘Türkleri’ mi?
Yoksa Yozgat, Çankırı, Rize, Edirne ve Konya’da yaşayan ve bu savaşa evlatlarını kurban vermiş Türkler mi?
Bir sorum daha var:
Satışa gelen ‘Türkleri’ anladık da, satışa gelen Kürtler kim peki?
Satışa gelen Kürtler, ‘Kandil Kürtleri’ mi?.
Galiba öyle.. Şimdi bu satışa gelen Kandil Kürtlerini, ortalıkta dolaşan bir söylentiye göre Ertuğrul Özkök anlatacakmış.. ‘Kandil Kürtlerini anlatma ‘projesi’ henüz imalat aşamasındaymış ama ‘proje’ danışmanları belliymiş..
Bu kaçıncı proje ben sayamıyorum artık..
Hadi bakalım, kolay gelsin!