Bir CHP milletvekilinin Türk ordusuna yönelik kullandığı ‘satılmış’ ifadesi büyük tepki çekti. Kimileri bunu kısa süreli bir sürçülisan hali olarak basitleştirmeye çalışıyorlar ve sarf edilen sözü değil oluşan tepkiyi eleştirmeyi tercih ediyorlar. Oysa ortada vahim bir durum var.
Lisan, dil, üslup sahip olunan zihniyetin dışavurumudur. İnsanoğlu elbette istemeyerek veya maksadını aşarak hatada bulunabilir. Ama tepki çekince bir şeyin hata olduğunu söylemek kendini kandırmaktır.
Her kap içindekini sızdırır…
Dervişin fikri neyse zikri de odur…
Bir şeyin satılması ile satılmış olmak farklı anlamlar taşır. Bir malın veya şirketin satıldığını söylemek ile bir kurumun satıldığını söylemek de farklıdır.
Öncelikle ‘satılmışlık’ son derece aşağılayıcı, kötüleyici, olumsuz bir kavramdır. İçinde öz benliğini yitirmek, kendine ve çevresine ihanet etmek, ahlaki değerlerini hiçe saymak gibi çağrışımlar vardır.
Ülkesini ve milletini satan insanlar aslında kendilerini satarlar ve başkasının malı olarak bilgi paylaşımında bulunurlar. Bu ihanetin somutlaşmış hali casusluk/ajanlıktır.
Ülkesinin bilgilerini satanlar aslında öncelikle belli menfaatler uğruna kendilerini satmışlar, başka ülkenin adamı olmuşlardır. Örneğin FETÖ hadisesi ‘satılmışlık’ ve ‘ihanet’in somut örneğidir. Ordu içindeki FETÖ’cüler TSK’ya ve ülkelerine ihanet ettiklerinde satılmış olan kendileriydi.
Şirketler yabancılara satılabilir, profesyonel yöneticiler küresel şirketlerde çalışabilir ve bunların hepsi olağan şeylerdir. Bir bedel karşılığı hizmet vermek ve emeğini ortaya koymak ile satılmış olmak aynı şey değildir. Bu yüzden ‘satılmışlık’ ticari, ekonomik, sosyal hiçbir ilişki biçimine benzemez; ahlaki, hukuki, milli her türlü bağın ayaklar altına alınmasıdır.
Türkiye’de küresel sermayenin girmediği alan neredeyse yok, savunma sanayii de bunların içinde. Küresel şirketler uzun zamandır ‘stratejik’ olarak görülen alanlara da yatırım yapıyorlar. Elbette bu ‘stratejik’ alanların kendine özgü hassasiyetleri var ve bunlara yönelik ilave tedbirler ve kısıtlamalar uygulanıyor.
Tank Palet Fabrikası’nın satılmasını eleştirmek ile ordunun satılmış olduğunu söylemek bu yüzden aynı şey değildir.
Muhalefet ‘ülke menfaatlerini’ gözeterek iktidarın uygulamalarını eleştirebilir. Ancak ülke menfaatlerini düşünmek ile başka ülkelerin menfaatini gözetmek arasında devasa bir uçurum vardır.
Yaşanan olaylarda kendi ülkesinin yönetimini tutmak ile başka ülkelerin yönetimlerini desteklemek arasında da büyük bir fark vardır.
İktidarların yapıp ettiklerini eleştirmek ile ülkelerini dünyaya şikâyet etmek, yalan ve iftiralarla karalayıp gözden düşürmeye çalışmak da bambaşka şeylerdir.
İşte satılmışlık bu yerlilik ve millilik vasfının kaybolmasıdır.
MİT tırları hadisesi satılmışlık örneğidir. Kendi ülkesi aleyhine kumpas kurmak en büyük ihanetlerdendir. Bu ihanete sahip çıkmak ise satılmışlığa yardım ve yataklık yapmaktır.
İşte millilik-yerlilik vasfını kaybeden siyasi zihniyet muhalefet etmek ile düşmanlık etmeyi, bir partiyi eleştirmekle ülkesini eleştirmeyi ayırt edemeyen bir halet-i ruhiyeye sahiptir.
Karabağ hadisesi çıktığında ülkesiyle ilgili iftiralar üretip dünyaya şikâyet etmek böyle bir zihin halidir.
DEAŞ konusunda ülkesini baş destekçi gibi gösterip olumsuz algı üretmeye çalışmak böyle bir anlayıştır.
Suriye sorununda ne tür gelişme olursa olsun Esed’i savunmak böyle bir yaklaşımdır.
Libya açıklarında Türk gemisinde hukuksuz arama yapıldığında kendi ülkesini eleştirmek böyle bir kafa yapısıdır.
Bu zihniyetin kendisi de tartışmalıdır, kullandığı dil ve ifadeler de tartışmalıdır.