Eğer siyaset en kaba tanımıyla belli amaçlara ulaşmak için başkalarını etkileme sanatıysa, bu sanatın icraatında aktör, amaç ve sahne temel değişkenlerdir. Kötü bir aktörden iyi oyun çıkmaz. Amaçlar da erişilmesi imkansızsa, daha doğrusu aktörün elindeki imkanlarla orantısızsa sonuç yine hüsrandır. Ama asıl önemli olan sahnedir.
Aktör sahneyi tabii ki şekillendirir. Bazen tek bir kişi saatler boyunca izleyiciyi yoğurur, istediği mesajı aktarır, onları amacı doğrultusunda etkiler. Ama dünya siyaset sahnesinde aktörler hiçbir zaman tek başına bırakılmaz. Şovu hep başkalarıyla paylaşmak zorunda kalırlar.
***
En güçlü aktörler dahi tek başlarına siyaseti, siyasetin sahnesini biçimlendiremezler. Sahne tüm aktörlerin etkileşimleri sonucunda tarih içinde belirlenir, normlarla, kurumlarla, güç dengelerindeki değişimlerle anlık şeklini alır.
Aldığı şekil çoğunlukla akışkandır. Bir miktar yoğurabilirsiniz ama tam kıvamını tek başınıza veremezsiniz. Sahnede kalmak için sürekli mücadele etmeniz, değişen koşullara göre kendinizi, siyasetinizi ve varsa amaçlarınızı her an yeniden tanımlamanız gerekir.
Farklı şartlar altında üretmiş olduğunuz politikalarda şartlar değiştiği halde ısrarcı olmanız, belirli bir tarihsel konjonktür içinde üretilmiş amacınızı farklı bir konjonktür içinde savunmayı sürdürmeniz, siyasetinizin başarısız olmasına, ülkenizin zarar görmesine yol açar.
Unutmayalım ki her politika çıktısı belli bir tarihsel dönemin, o dönemin dayattığı öznel ve nesnel koşulların ürünüdür. Mesela bazı yazarların ima ettiği gibi 2007’nin koşullarına istinaden belirlenmiş bir politikanın bugün de sürdürülmeye çalışılması anakronizme ve dolayısıyla da politikanızın iflasına yol açar.
Kerkük’te yapılacak muhtemel bir referandumu engellemek amacıyla yapılan ve o dönemde amacına ulaşan bir açıklamanın bugün de savunulması gereken bir politika olarak sunulması Başbakan Erdoğan’ı okuyucusu gözünde köşeye sıkıştırma gayreti dışında anlaşılabilir bir yaklaşım değildir.
2007’den bu yana geçen yedi yıl içinde dünya siyaset sahnesinde çok şey değişmiş, bölge değişmiş, Türkiye değişmiştir. Türkiye’yi yönetenler hiç bir şey değişmemiş gibi hareket edemez, etmemelidir de. O zaman için başarılı olan bir politika var olan koşullar altında başarısızlığa mahkum olacak bir politikadır.
IŞİD tehdidi bölge siyasetini tümden değiştirmiş, bilinen denklemlerin yeniden kurulmasına ve kurgulanmasına yol açmıştır. Üstelik artık Irak’ın geleceği üstünde söz sahibi olan ve hatta olmak isteyen bir Amerika yoktur. 2007’de yapılan o açıklamanın muhatabı Irak’ta işgal gücü olarak bulunmamaktadır.
Kaldı ki Türkiye de değişmiştir. Bir zamanların kırmızı çizgileri olan, Kürt fobisinden mustarip, asker vesayetinden çekinen ülkenin yerinde şimdi Kürt sorununu çözmek için bariz çaba harcayan, Kürtleri hasım değil ortak olarak gören bir ülke vardır.
Kendi ülkesinin Kürtlerini kardeş gören, görmesi gereken bir anlayışın Kürtlere Türkmenlerin oturduğu Kerkük’ü kontrol altına aldı diye karşı çıkması her halde biraz mantıklı olan en iktidar karşıtı gazeteciler tarafından dahi savunulabilecek bir siyaset çizgisi olamaz.
***
Savunulması gereken azınlık haklarıdır, demokratik bir ülke içinde elde edilebilecek özgürlüklerdir. Türkiye Türkmenlerin esenliği ve güvenliğini talep etmelidir. Ama çağdışı, zaman dışı kalmış bir mikro milliyetçi anlayışın politika olarak benimsenmesi en azından aklı başında, sağduyulu gazeteciler tarafından talep edilmemelidir.
Tüm hükümetler gibi AK Parti hükümetinin de eleştirilecek çok hatası mutlaka vardır. Ancak her yaptığı icraatı, çevresindeki değişimler karşısında her takındığı tutum hatalı değildir. Dünya değişince siyaset de değişir. Siyaset değişmesi, yeni durumlar karşısında yeni pozisyon alışlar ille de yanlış olamaz...