Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hafta içinde gerçekleştirdiği Rusya ziyareti sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın, bulunacak siyasi bir çözüm çerçevesinde, bir süre iktidarda kalabileceğini söylemesi eleştiri konusu oldu.Türkiye’nin uyguladığı politikanın hatasının tescili diye görüldü.
Oysa böylesi bir politika değişikliği eleştirilmek yerine övülmeliydi. Ama Cumhurbaşkanı’na haklı veya haksız başka konularda karşı olanlar, her konuda karşı olmak gereğini duydukları için politika değişikliğini de eleştirdiler. Suriye’de olan biten her şeyden iktidarı sorumlu tutan anlayış da bu kez eleştirdiği politikanın değişmesini eleştirdi.
***
Şartların değişmesine, IŞİD ve PKK’nın yeni birer aktör olarak siyaset sahnesine girmesine, Rusya’nın üs inşa edip Suriye’ye asker sokmasına ve mülteci krizinin sonuçlarına katlanmak istemeyen AB üyesi ülkelerin her türlü “çözüme” yeşil ışık yakmasına, daha da önemlisi Washington’un pozisyon değiştirmesine rağmen, Türkiye’nin Esad gitmesinde ısrar etmesi herhalde beklenemezdi.
Türkiye de dünyadaki pek çok devlet gibi şartların değiştiğini gördü ve politikasını revizyondan geçirdi. Tıpkı Bosna Savaşı’nı sona erdiren Dayton uzlaşmasında olduğu gibi sorunun birincil sebebi, ama aynı zamanda da muhatabı Esad ile görüşülmesine, onun iktidarda kalacağı bir geçiş dönemini sürdürmesine razı olabileceğini açıkladı.
Bu politika değişikliği ne Esad ile işbirliği geliştirilmesini, ne de Esad’ın ve rejiminin adaletten muaf tutulmasını içeriyor. Yapılmak istenen akan kanın durması, Suriye’nin görece istikrara kavuşması, IŞİD’e karşı ortak mücadele verilmesi, mümkün olduğunca Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması.
Doğal olarak yapılması öngörülen müzakerelerden çıkacak sonucun ne olacağını, Türkiye’nin desteklediği askeri ve siyasi grupların Esad’ın işbaşında kalacağı bir yönetime razı olup olmayacaklarını, İran’ın veya Suudi Arabistan’ın uzlaşmayı baltalamak için elinden geleni yapıp yapmayacağını, İsrail’in nasıl bir oyun planı geliştireceğini bilmiyoruz.
Bildiğimiz, Türkiye’nin bu pozisyon değişikliğiyle kendini dünya siyaset sahnesinde yeniden konumlandırdığı, değişen şartlara uyum sağladığıdır. Bu pozisyonu çıkarlarını korumak için iktidarda kim olursa olsun Türkiye’ye yeni imkanlar sağlayacak bir pozisyondur. Türkiye oyun bozucu değil oyun kurucu bir aktör olarak kendini konumlandırmıştır.
Üstelik aldığı bu pozisyon da çıkarlarıyla örtüşmektedir. Suriye sorununun çözümünü sağlayabilecek böylesi bir siyaset herşeyden önce PKK tehdidinin hafiflemesine, Kuzey Suriye’yi merkez alan bir PKK devletinin kurulması tehlikesinin azalmasına, IŞİD’e karşı verilecek mücadelenin yerel unsurlar aracığıyla daha etkin şekilde yapılmasına yol açacaktır.
Suriye’de görece barış ve istikrar öngören bir federal ya da konfederal yapının oluşması için atılacak adımlar mültecilerin aşama aşama evlerine dönmelerine, Türkiye’nin üstündeki ağırlığın da hafiflemesine yardımcı olacaktır. Sanırım bunların hiç biri politika değişikliğini eleştirenler tarafından eleştirilebilecek noktalar değildir.
Geçmişte benimsenmiş olan “önce Esad gitsin” politikası da zamanın koşullarıyla uyumlu bir politikadır. Bu politikanın eleştirilebilecek tarafı iktidarın seçmenlerinin desteğini almak için kendisini bağlayıcı sloganları kullanırken siyasetin şartlara göre değişebileceği gerçeğini gözardı etmiş olmasıdır. Sorun özünde değil anlatılma biçimindedir.
Unutmayalım ki iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak, Türkiye gibi bir ülkenin sınırlarının hemen ötesindeki böylesine ciddi bir sismik sarsıntıya kayıtsız kalması düşünülemezdi. İran’dan Suudi Arabistan’a, Amerika’dan Fransa’ya kadar pek çok ülkenin müdahil olduğu bir soruna Türkiye’de elindeki imkanlar ölçüsünde müdahalede bulunması kaçınılmazdı.
O da idealleri, aidiyeti ve beklentileri doğrultusunda bir taraf seçti. Sorunu elinden geldiğince ülkesinden uzak tutmaya, çıkarlarını vekilleri aracılığıyla korumaya, Suriye sorununun geleceği üstünde söz sahibi olmaya çalıştı. Esad’ın gitmesi dünyanın önceliğiyken Türkiye’nin de önceliğiydi.
***
Her zaman daha iyisinin yapılması beklenebilirdi. Beklendi de. Ama şartlar, imkanlar ve zihniyet ancak bu kadarına yetti. Bugünden bakıp geçmişi eleştirmek, hatalar yapıldığını söylemek tabii ki mümkün. Ben de pek çok yazımda hatalardan söz ettim, siyasetin değişmesi gerektiğini söyledim. Bu yüzden de değişimi memnuniyetle karşılıyorum.
Fakat mesele bir şeyler söylemekte, uygulanan politikayı eleştirmekte değil. Mesele var olan koşullar altında söylediğiniz şeylerin nasıl hayata geçirileceğinde, çıkarlarınızın nasıl korunacağında, benimseyeceğiniz yeni politikanın kendinize, savunduğunuz değerlere ve taraflara zarar vermeden nasıl uygulamaya konacağında, küresel ve bölgesel dengelerin ne şekilde korunacağında...