Hayatımızda şarkıların çok önemli bir yeri vardır; hele de duygusal bir insansanız. Biz, yani İkinci Dünya Savaşı sonrası kuşağı salt siyaset ve düşün dünyasında değil müzik ve eğlence aleminde de devrimler yaşadık.
Tam altı yıl süren ve insanlığı cehennemle tanıştıran İkinci Dünya Savaşı sonrasında bunalan, yaşamdan umudunu kesen insanlar ölümden yakayı kurtardıklarını anlar anlamaz kendilerini eğlenceye verdi. Savaş öncesinin kulağa hoş gelen, insanı dinlendiren müziği gitti, yerine her tarafı ayrı oynayan, elektrik akımına tutulmuşçasına tir tir titreyen "I ain't Nothing but a Hound Dog" diye böğüren bir delikanlının öncülüğünde Rock'n Roll denen, sallan yuvarlan anlamına gelen bir müzik türü dünyayı sarıp sarmaladı. Adı Elvis Presley olan bu delikanlı gençliğin sevgilisi olacaktı kısa sürede. Gazetelerde, dergilerde boy boy resimleri yayınlanacak, askere gitmesi uluslararası olaya dönüşecek, görev bölgesi Almanya'ya ayak bastığında on binlerce Alman genci hava alanına hücum edecekti. Askerliği sırasında çevirdiği bir film gişe rekorları kırdı, imzalı bir fotoğrafı açık artırmayla 250 bin dolara satıldı.
Dünya Elvis Presley fırtınasıyla sarsılırken, Türkiye'de genç, gözlüklü, terbiyeli bir delikanlı mikrofona sarılıyor,"Benim güzel manolyam" diyor ve herkes kendinden geçiyordu. O güne değin şarkıların sözlerini anlamak pek mümkün değildi. Şarkıcılar sözcükleri ağızlarında yuvarlar, millet melodiyi bilir ama şarkı sözlerini ancak dergilerde yayınlanırsa anlardı. Adı Zeki Müren olan bu genç her kelimenin hakkını veriyor ve insanlar onunla birlikte bağıra çağıra şarkıları söylüyordu.
Rahmetli anneannem ve arkadaşları hayrandı Zeki Bey'e. Onun pek de erkeksi olmayan tavırlarını, kırılıp dökülmesini eleştirenler, hatta daha da ileri gidip "Bu çocuk... Biraz tuhaf galiba" diyenler neredeyse vatan haini ilan edilecekti.
Belgin Doruk'la çevirdiği "Son Beste" filmi vizyona girdiği an sinemaların önüne upuzun kuyruklar oluşmuştu. Gazeteler "Zeki Müren'le Belgin Doruk'un birbirlerine pek yakıştıklarını" yazınca anneannemin "münafıkları" pis pis sırıtmış ama millet pek mutlu olmuştu. "Zeki'cik sonunda aşkı buldu!" başlığıyla çıkan Yeni İstanbul gazetesi o gün resmen karaborsaya düşmüştü.
Ben rahmetli Zeki Bey'le ikisi televizyonda dördü gazetelerde olmak üzere altı söyleşiye imza attım. Hayatımda bu kadar mutsuz, bu kadar içine kapanık, sonraları tamamını Silahlı Kuvvetler Vakfı’na bağışlayacağı servetine rağmen sanki dört gözle ölümü bekler birini daha tanımadım. Büyük aşkının bir THY pilotu olduğunu, onun da bu aşktan kurtulmak için Kanada'ya göçtüğünü anlatırken neredeyse hüngür hüngür ağlayacaktı…
Savaşın karanlığını yırtmamıza yardımcı olan Elvis ve Zeki Bey.. Milyonları mutlu ederken bir tek gün gülmeden bu dünyadan göçüp gitti... Birçok sanatçının kaderi bu biraz da... Milyonlar kahkaha atarken o gözyaşlarını içine akıtarak yaşamın son bulmasını bekler... Toprağı bol olsun Elvis'in, Zeki Bey’e de Allah gani gani rahmet eylesin.