Mısır’daki darbeden bir hafta önce Katar Emiri’nin “durup dururken” tahtını oğluna terk etme kararını duyduğumda nedense Osmanlı tarihinden benzer bir olayı hatırladım. Hepimiz biliriz, okul kitaplarında uzun uzun anlatılır: Henüz kırklı yaşlarının başında bulunan İkinci Murat bir gün aniden tahtını 13 yaşındaki oğluna bırakıp sakin bir “emekli hayatı” yaşamaya karar verir. Sonradan İstanbul’u fethedip “Fatih” unvanını alacak olan İkinci Mehmet bir süre tahtta oturur ama çok geçmeden “bazı devlet adamları” araya girip Avrupa’da hazırlıklarına başlanan yeni bir Haçlı seferini gerekçe göstererek eski padişahı yeniden iş başına çağırırlar. Hatta küçük padişah bir türlü “av işlerini” bırakıp Edirne Sarayı’na geri dönmeye yanaşmayan babasına mektup yazarak “Padişah bensem ordunun başına geçmeni emrediyorum; padişah sensen vazifenin başına gelmeni hatırlatıyorum” şeklinde sağlam bir argümanla babasını tahta davet eder.
Başka bir rivayete göre ise genç Mehmet babasını geri çağırmaya pek istekli olmadığı için Çandarlı Halil Paşakendisini uzun süreli bir ava çıkmaya teşvik etmiş, avdan dönene kadar onun ağzından babasına bu mektubu yazıp göndermiştir.
Her neyse... İkinci Murat ısrarlara dayanamayıp ordunun başına döner ve Varna Savaşı’nı kazanarak “son” Haçlı Seferi’ni bozguna uğratır. Ama “emeklilik hayatı” hemen sona ermez; bundan ancak iki yıl sonra ve başka bir karışıklık sırasında yine Çandarlı’nın çağrısıyla Edirne’ye dönüp yeniden yönetimi ele alır ve bu defa ölümüne kadar, yani beş yıl daha “görevinin başında” kalır.
Tarih kitaplarındaki “resmî anlatım”ın zarafeti bir tarafa, bugün baktığınızda o gün yaşanan şeyin düpedüz bir “saray darbesi” olduğu belli.
Devletin politikalarına padişahların tek başlarına yön vermediklerini düşünmek ve özellikle askeri bürokrasinin gücünü hatırlamak bize o gün yaşananların esas itibarıyla yönetici kadrolar içindeki iki farklı siyasi görüşün veya iki ayrı kliğin çatışması olduğunu gösterebilir. Nitekim çağdaş tarihçiler o dönemde yaşanan çatışmanın bir tarafında “devşirme” komutanların savaşçı politikalarının, diğer tarafında ise “beyzade” vezirlerin barışçı politikalarının yer aldığını söylüyorlar.
Görünen haliyle Katar’da yaşanan taht değişiminin de esas itibarıyla iki farklı siyaset anlayışının mücadelesinin neticesi olduğunu söylemek kehanet olmaz.
Tahtı oğluna terk ettiği açıklanan Şeyh Hamad el-Tani de 1995’te babasını devirerek iktidara gelmişti. O güne kadar Katar kendi halinde bir körfez emirliği olarak varlığını sürdürmekteyken özellikle 2000’lerden itibaren ciddi bir metamorfoz yaşadı. El Cezire kanalı başta olmak üzere yeni ve yenilikçi araçlar üreterek bölge siyasetinde etkili bir güç haline geldi. Son olarak Arap Baharı sürecinde aktif bir oyuncu olarak rol aldı.
Tahttaki değişim sonrasında -Katar’ın aktif dış politikasının asıl mimarı olarak gösterilen- başbakan ve dışişleri bakanı Şeyh Hamad Bin Casim’in de görevinden alınmış olması darbenin hedefinin Emir’in kişiliğinden ziyade ülkede izlenen politikalar olduğunu düşündürüyor.
Katar’ın ilişkileri çok karmaşık. Öteden beri devrik Emir’in Büyük Britanya ile “özel” ilişkileri olduğu iddia edilirdi. Buna kanıt olarak da Sandhurst Askeri Akademisi mezunu olan Şeyh Hamad’ın bu ülkedeki dev boyutlu yatırımları gösterilirdi. Ne var ki Washington ile ilişkileri çok daha ciddi boyutlarda. ABD’nin Ortadoğu’daki en uzun piste sahip olan El Udeyd askeri üssü Katar topraklarında bulunuyor; bu ülkedeki Es-Sayliyah Kampı’nda ise ABD Merkez Komutanlığı karargâhı yer alıyor.
Diğer yandan Arap dünyasında İsrail’le en iyi ilişkileri olan ülkeydi Katar. Ama şimdi Hamas’ın ev sahibi. Yine komşularına nispetle İran’la ilişkileri de hiç değilse Suriye krizine kadar iyiydi. Suudi Arabistan’la bir dargın bir barışık. Suud ve diğer Körfez emirlikleri İhvan hareketini kendilerine Arap dünyasındaki statükoya yönelik en ciddi tehlike olarak görürlerken Katar tam aksine İhvan’a en büyük desteği veren ülke görünümünde. Bu yüzden Libya, Mısır ve Suriye’de İhvan’a karşı Selefi gruplara destek veren Suudla son dönemde yeniden ters düştüler. Ama Katar yönetiminin büyük çoğunluğu Selefi-Vahhabi anlayışına bağlı olan kendi vatandaşlarıyla da bu süreçte ters düştüğünü unutmamak lazım. Bunun saray içindeki dengeler açısından da önemi olmalı.
Bütün bunlara bakarak Doha sarayındaki taht değişikliğinin bölge dengeleri bakımından ciddi gelişmelerin habercisi olabileceğini görmek lazım. Bu olaydan bir hafta sonra Mısır’da gerçekleşen askeri müdahalenin “Suudi Arabistan’ın Katar’a darbesi” diye yorumlanması boşuna değildi. Bu gelişmelerin son dönemdeki bölge politikaları çoğunlukla Katar’ın dış politikasıyla paralellik gösteren Türkiye’ye etkilerini de ayrıca tartışmalıyız.