Çocukken özellikle Mirze Miheme'nin başrolde olduğu masallara bayılırdım. Mesela irfan ehli Sofî İdris amcanın anlattığı biri vardı ki çok etkileyiciydi. Efendim, ülkenin birinde bir padişah varmış. Padişahın "Hürriyet" adında bir de kızı varmış. Ağalar, beyler, paşalar, padişahlar "Hürriyet"in peşinde imişler. Gariban Mirze Miheme de "Hürriyet" diye yanıp tutuşuyormuş, ama bir kendine, yırtık pırtık elbisesine, ahı gitmiş vahı kalmış çarıklarına, bir de padişahın kızı "Hürriyet"e bakıyormuş. Sonra da "Vazgeç bu sevdadan, sen kim Hürriyet kim" diyormuş. Günün birinde padişah, yoğun talipliler karşısında bir teklifte bulunmuş. Kim, yüz yıl önce haramzadeler tarafından çalınıp Olimpos Dağı'nın (Sofî İdris Olempêt diyordu) başındaki mağaraya bırakılan hanedanımızın kurucusunun kılıcını bana getirirse "Hürriyet"i alır demiş. Ağalar, beyler, paşalar, padişahlar konaklarına, yalılarına, çiftliklerine, çil çil altınlarına, boy boy cariyelerine, hatta narenciye bahçelerine bakarak "Amaan! Bir Hürriyet için bütün bunları feda etmeye değmez. Büyücü cadıyı, kızıl devi, Heçkepuz canavarını, Birzo adlı yedi başlı devi öldüreceğiz de Mağaradaki kılıcı alıp geleceğiz, imkânsız bir şey. Ya Hermes'in (Sofî İdris amca Hermo diyordu) ateşi üzerimize yağsa?!" diye rahatlarını bozmayı göze alamayıp vazgeçmişler. Mirze Miheme, bu engellerin hepsiyle mücadele etmeyi göze almış ve yola koyulmuş. Bütün engelleri aşarak kat ettiği çile dolu bir yolculuktan sonra Olimpos Dağı'nın başındaki mağarada olan kılıcı almış ve getirip padişahın önüne koymuş. Hanedanın kurucusunun evrensel hâkimiyetin sembolü kılıcını karşısında gören padişah, Mirze Miheme'ye "Hürriyet"ini vermiş. Padişah da her Cuma hutbesinde bu kılıcı elinde tutarmış hutbe okurken.
Star gazetesinin Necip Fazıl adına verdiği ödül törenini salonda izlerken bu masalı hatırladım. Necip Fazıl'ın, gaiplerin "Gezdirsin boşluğu ense kökünde" diye sırtına vurduğu çilesini düşündüm. "Ciğerinden kalemine kan damlatarak" çektiği çilesini. Cumhurbaşkanı "tekerlek tümsekte kalmamış" gibi kürsüye geldi sonra. Anadolu ve civarı mehabetinde. Birinci Cihan Harbi'nin sonunda yer altı, yer üstü, üstyapı, altyapı bütün değerlerini, hürriyetini yitirmiş Anadolu ve civarının çileli yüzyıllık mücadelesini sırtına vurmuşlar gibiydi. Elinden kalemi, harfleri, dili, dini, hâkimiyeti, kardeşleri, komşuları, alınmış, hatta düşmanlaştırılmış Anadolu. Ama değerlerinden ve "Hürriyet"inden vazgeçmemiş hiçbir zaman. Daha o gece, talanın yaşandığı o gece mevzileri birer birer geri almaya başlamış. Önce nahiye müdürlüklerini, belediyeleri sonra, meclisi, bakanlıkları almış. Ve şimdi Cumhurbaşkanı yürüyordu kürsüye doğru.
Anadolu ve civarının çilesi kolay olmadı elbette. En az "Hürriyet"in peşindeki Mirze Miheme'nin mücadelesi kadar zorlu. "Gece bir hendeğe düşercesine" birden kucağında bulmadı hakikati. Kırk yıl tek parti barikatını aşmakla uğraştı. Bir o kadar zamanı vesayet ve darbe süreçlerini bertaraf etmekle geçirdi. Medyasından, iş dünyasına, üniversitesinden sanat ve edebiyat adı verilen camialara kadar bütün yan güçlere karşı amansız bir savaşım verdi. Şimdi de Futbol kulüpleri sıraya girmiş gibi. Yarın "bıldırcın sevenler derneği"nin çıkıp "cik cik laiklik..." diye ciyaklamayacağını kim bilebilir.
Sofî İdris amca bir amaca ulaşmanın o kadar kolay olmadığını anlatmak için "Yê dizane ji xwe dizane, yê nizane baqê nîskan e" (Bilen biliyor ne çektiğimizi, bilmeyen de mercimek demeti sanıyor) derdi. Bu tekerlek bu tümseğe kolay çıkmadı. İleri itmek için omuz vermesek tersine sarabilir her an.