Skor yoksunu iki takımın maçını izledik. İlk maçın farklı galibi olan Fenerbahçe, avantajını koruma adına oyunun temposunu da düşürünce seyredenlere ninni gibi geldi. Şahsen ben maçın ilk yarısı itibariyle adeta uyumamak için kendimi zorladım. Genellikle kendi kalesine doğru oynayan, yan paslar, yetmedi geri pas uygulamaları içinde olmak, oynanan futbolu zevksiz hale getirdi.
Grasshoppers’ın da takım gücü maça kalite getirmeye yakından uzaktan ilgisi olmadığı için bu maç oynayanlara da seyredenlere de angarya geldi. Fenerbahçe’de herhangi bir futbolcunun top kayıplarını isimlendirmek istemiyorum. Grasshoppers karşısında deplasmanda da iki gol atınca, atı alıp Üsküdar’ı geçip turu atladığına göre Fenerbahçeli futbolculara bireysel eleştiri getirmek istemem.
Maçın geneline bakacak olursak, sanki Van Persie’nin jübile maçı gibiydi. Backroundu bu kadar kuvvetli olmasa, değil 11’de maç kadrosunda bile yer alamazdı. Sadece sahada adı var, sanı yoktu. Sanki ununu elemiş eleğini asmış gibiydi.
İkinci yarı Alper’in ağlara giden topunu, Fernandao tamamlayarak ilk Fener golünü atınca, eh biraz keyif alır gibi olduk. Stoch’la da akıllı bir ikinci gol atışıyla Fenerbahçe istediği skoru ve turu da kazanan oldu.
Grasshoppers takımı tam Fenerbahçe’nin dişine göre. Kendi evinde oynamasına rağmen herhangi bir gol girişiminde bulunamazken, Sarı-Lacivertli savunmada özellikle Kjaer, Skrtel gol şansı vermeyerek başarılı bir defans anlayışı içinde oldular. Kalecimiz Volkan Demirel ise belki de hayatının en rahat maçını oynamış oldu. Çünkü İsviçre takımı Volkan’ı zorlayacak gol pozisyonları bulamazken, Fenerbahçe’nin bu maçta da iki gollük galibiyetine ister istemez boyun eğmek zorunda kaldı.