Türkiye’nin dış politikasının bir süre sonra ne tür gelişmelerle karşılaşabileceğini anlamak için, bazen çok derin analizler yapmak gerekiyor. Son dönemlerde ülkeye gelen ziyaretçilerin profilleri, yazılı basında bir süredir yer almayan bazı haberlerin çıkmaya başlaması ve çeşitli ülkelerin Türkiye’deki misyonlarında yapılan sabah kahvaltıları ve resepsiyonlar iz sürmek için yeterli gözüküyor.
Öyle anlaşıyor ki, Türkiye istese de istemese de, yakın bir zamanda Türkiye dış politikasında Avrupa yeniden tartışılmaya başlayacak. AB üyesi ülkelerden çok çeşitli nedenlerle Türkiye’ye yapılan ziyaretler artmış durumda. Yine AB üyesi ülkelerin konsolosluklarında, büyükelçiliklerinde konusu eğitimden kültüre, iklim değişiminden fotoğraf yarışmalarına kadar çok farklı alanlardan alan toplantılar gerçekleşiyor. Basında da, AB kurumlarından ya da AB ülkelerinden gelen kişilerin mülakatlarına, görüşlerine yer verilmeye başlamış durumda. Bu görünür hareketlilik, Avrupa-Türkiye ilişkilerinin de yeniden hareketleneceğini düşündürüyor.
Avrupa-Türkiye ise...
Türkiye-Avrupa ilişkilerinin hareketlenmesi zaten doğal durum, bu konuda geriye düşülüyorsa bir sorun var demektir. Ancak, konu Türkiye-Avrupa değil de Türkiye-AB ise, o zaman biraz daha kafa yormak gerekebilir. Bu artan ziyaret ortamı, AB-Türkiye ilişkilerinin yeniden canlanması çerçevesindeyse meselenin uzanacağı boyutlar Türkiye-Avrupa ilişkilerinden farklı olur.
AB-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesi ve somut adımlar atılmasını içermeyen hiçbir gelişmenin, Avrupa-Türkiye ilişkilerinde kalıcı iz bırakması mümkün gözükmüyor. Ancak, AB ilişkilerinin zaten sorunlu olduğu ve bu sorunları da genel olarak Avrupa-Türkiye, özel olarak da Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilere zarar verdiği yaklaşımı ileri sürülüyor olabilir. Bu sav, ‘AB’yi boşverin, işimize bakalım’ anlamına gelir; ki pek de ahlaklı bir öneri olarak görülemez.
AB nedeniyle Avrupa ülkeleriyle ilişkilerin bozulması Türkiye için de en iyi tercih değil, ancak AB süreci çözüm bulmadan da bu ülkelerle daha fazla yakınlaşmak kolay değil. Dolayısıyla, AB ülkelerinden Türkiye’ye yönelen bu yeni ilgi döneminin konusunun AB ile ilgili olduğunu ummakta ya da ilginin konusunu bu alana yönlendirmekte yarar bulunuyor.
AB-Türkiye ise...
Eğer son dönemde artan Türkiye ilgisi, gerçekten AB-Türkiye ilişkilerinin düştüğü krize çare üretme amacı taşıyorsa, o zaman bu ilginin karşılığını vermek gerekir. Ziyaretlere iade-i ziyaretlerin yapılması, toplantı, festival, sergi ya da her ne ise bunların sayı ve kapsamlarının artırılmasına Türkiye’nin ağırlık koyması gerekir. Kısacası Türkiye, bir yandan dışişleri bakanlığı bir yandan da kamu diplomasisi kapsamına giren alanlarda daha etkin bir sürece girmeli.
Ancak, önümüzdeki dönemin konusu yeniden AB olacaksa, bu konunun bir dış mesele olmadığı hatırlanmalı. Artacak her işbirliğinin konusunu Türkiye’deki iç siyasal ortamın, demokratikleşmenin, yargının, seçim sisteminin, rekabet hukukunun ya da buna benzer iç sorunların oluşturacağına kuşku yok. Tabi, bu arada hala İslam ile demokrasi arasında bağ kuramamış kesimlere laf anlatma sürecine geri dönüleceği uyarısında da bulunmak gerekiyor. Belki bu kez, Türkiye değerlerini batılı terimlerle izah etmeye çalışmak gerekebilir. ‘Batılı zihniyeti’ olarak ifade bulan ve çoğu kez hepimizi çileden çıkaran bu zihniyeti reddetmek yerine, ‘bizi’ anlayabilecekleri bir dil kullanmak da mümkün olabilir.
AB ilişkileri yeniden gündeme gelecekse, tek meselenin karşı tarafın zihniyetinden kaynaklanmayacağını hatırlatmak gerekir. Türkiye’nin de gelişmiş bir demokratik hukuk devleti olduğunu ortaya koymaya, eksiklerini gidermeye ihtiyacı olacak.