Cuma akşamı TV 24’de Yiğit Bulut’un Sansürsüz programına katılan Başbakan Erdoğan Beril Dedeoğlu’nun AB üyeliğine ilişkin bir sorusuna “almazlarsa biz de Şangay İşbirliği Örgütü’ne gireriz” mealinde bir cevap verdi. Erdoğan bir süre önce yine aynı programda benzeri bir görüşü dillendirmiş olduğu için söyledikleri ilginç ve biraz da erken bir tartışma başlattı.
Taraf gazetesi Pazar günü sayfasına ŞİÖ hakkında değişik görüşleri yansıttı, ertesi gün de gazeteler, radyolar ve televizyonlarda bu konuda yorumlar yayınlandı. Cengiz Çandar, Yavuz Baydar, Gülay Göktürk gibi yazarlar böylesi bir örgüt içinde yer almanın Türkiye’ye ne kazandırıp, ne kaybettireceğini köşelerine taşıdılar. Çoğu insan Türkiye’nin AB’den kopmaması gerektiğini yazılarında, yorumlarında, konuşmalarında vurguladı.
***
Gerçekten de Türkiye’nin AB’den kopmaması gerekiyor. Demokrasimizin sağlam temeller üstüne oturması için AB çıpasına hala ihtiyacımız büyük. Üstelik ticaretimizin önemli bir kısmı da AB ile. Ancak AB bizden koparsa Türkiye’nin kendisine alternatif aramasından daha doğal bir şey olamaz. Türkiye AB üyeliği için bir 50 yıl daha bekleyemez, beklememelidir de. Kaldı ki alternatif yaratmak da her zaman iyidir. Rekabeti kızıştırır, kıymetinizi arttırır.
Bugün tartışmamız gereken Başbakan’ın samimi olup olmadığından çok, onun gibi ağırlığı olan bir kanaat önderinin böylesi kritik bir zamanda ŞİÖ üyeliğini gündeme getirmiş olmasıdır. Başbakan’ın ağzından çıkan sözler Türkiye’de ciddiye alınması gereken bir tartışmayı tetiklemiş, henüz çok erken olmasına karşın AB’ye alternatif bir yapıya dâhil olup olmama üstünde insanlar düşünmeye başlamıştır.
Zaman kritiktir, çünkü AB krizdedir, cazibesini ve çekiciliğini yitirmiştir, EDAM araştırmasına göre Türklerin sadece yüzde 33’ü “üyelik konusunda ısrarcı olmalı” demektedir. Zaman kritiktir, çünkü Türkiye AB desteğine muhtaç olmaksızın Kürt sorununu çözmek, PKK’yı silahsızlandırmak, toplumsal barışı sağlamak yolunda adımlar atmaktadır. Zaman kritiktir, çünkü İngiltere’de Başbakan Cameron AB’den çıkma tartışmasını tetiklemiştir. Zaman kritiktir, çünkü uzun süredir askıya alınan müzakerelerin İrlanda dönem başkanlığı sırasında yeniden başlama olasılığı vardır.
AB üyeliği gerçekleşmezse Türkiye ŞİÖ üyesi olur mu, bu örgüte üyelik için NATO’dan kopmayı tercih eder mi ya da her iki üyeliğini de birbirini etkilemeyecek şekilde sürdürmeyi göze alır mı, diğer üyeler onu ister mi şimdiden kestirebilmek güç. Belli olan bir şey var ki o da artık Türkiye’nin AB’den iyice soğumaya başladığı. Eğer müzakereler başlamazsa belli ki başka alternatifler konuşulacak, ŞİÖ de bunlardan biri olacak.
Müzakerelerin önündeki en büyük engel Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. 2004 referandumundan sonra kendi istediği çözümü Türkiye üstünden Türk tarafına dayatmak için üyelik sürecini manivela olarak kullanmıştır. Gerek Papadopulos, gerekse Hristofyas Türkiye’nin AB arzusunu sınırsız olarak görme eğiliminde olmuş, ne adadaki sorunun çözümü ne de Türkiye ile olan ilişkilerinin normalleşmesi için adım atmak istemiştir.
***
Fransa ve Almanya başta olmak üzere pek çok Türkiye karşıtı AB ülkesi de Kıbrıs’ın arkasına saklanmış, Türkiye’nin sabrının sonsuz olduğunu, sonsuza değin bu “garip” ilişki biçiminin sürebileceğini varsaymıştır. Üyelerden bir adım ileride duran Komisyon ise Türkiye’nin ağzına bir kaşık bal çalmak için “Pozitif Gündem” fikrini ortaya atmış, müzakere yokken varmış gibi davranmamızı önermiştir.
Şimdi Türkiye Başbakanı ağzından farklı alternatifler ortaya atmakta ve tartışmaktadır. Ancak Şangay meselesi bugünün ya da yarının tercihi değildir. Sadece AB ile olan derme çatma ilişkimizin artık yıkılma tehlikesi geçirdiğinin göstergesidir. Cuma akşamı konuşulanlara özellikle dışarıdan bakanlar ve ona anlam yüklemeye çalışanlar Başbakan’ın blöf mü, şantaj mı yaptığına değil, Türkiye’nin AB üyeliğinin geleceğini gündemine almasına yoğunlaşmalıdır.