Seçim sonuçları kuşkusuz AK Parti için bir zafer, muhalifleri için bir yenilgidir. İlk söylenmesi gereken bu. Sonra da herkes için çıkarılması gereken dersler var.
İlk ve en önemli ders “tape siyaseti”nin başarısızlığının tescil edilmiş olmasıdır. Son üç ay içinde Türkiye gündemini sarsan bu yöntem, bazılarının gözünde iktidara dair önemli ifşaatların kaynağı olurken, daha geniş bir kesimin gözünde bizzat bu tapeleri servis eden görünmez güçlerin ifşası anlamına geldi. Bir başka deyişle, ortada bu denli derin kulakların olması, iktidarın “paralel devlet” iddiasının gözle görünür bir ispatı sayıldı.
Bu nedenle belki de ters bile tepti “tape”ler. AK Parti etrafındaki muhafazakâr konsolidasyonu artırdı. İktidara normalde ciddi eleştirileri olan bazı seküler demokratları dahi iktidar tarafına çekti.
Dolayısıyla, bu yöntemin sahiplerinin bu işten vazgeçmesi, normal demokrasilerin normal usullerine göre muhalefet (veya iktidar arayışı) yöntemleri geliştirmeleri şarttır. Hem kendileri hem memleket için elzemdir.
Bir diğer önemli sonuç, iktidarın tapeler yoluyla yıpranmasının kendine bir fırsat sunacağını uman muhalefete, bilhassa CHP’ye düşen derstir.
CHP kurmayları görmelidir ki, AK Parti’ye dair oluşan soru işaretleri, kendilerine oy olarak dönmüyor. Toplumun büyük bir bölümü, eleştirileri de olsa, AK Parti’den şaşmıyor.
Bunun bir sebebi, CHP’nin AK Parti’den daha “becerikli” olduğuna, Türkiye’yi daha iyi yönetebileceğine dair hâlâ inandırıcı bir profil çizememesidir.
Bir diğer sebebi de, AK Parti’ye oy veren muhafazakâr ve merkez sağ seçmenin hafızasında, kökeni ta Tek Parti CHP’sine kadar uzanan “ceberrut laikliğin” hâlâ büyük bir yer tutmasıdır. Bu geniş kitleler, çok anlaşılır bir biçimde, kendilerini bu cendereden kurtarmış olan AK Parti’yi hala en güvenli liman olarak görüyor, CHP’deki yenilenme çabasını çok ikna edici bulmuyor.
Bu çabanın ikna edici hale gelmesi, CHP’nin ciddi bir ideolojik öz eleştiri sürecinden geçmesi ve Türkiye toplumunun ağırlık noktasını oluşturan “merkez sağ”a doğru açılmasıyla mümkündür ancak. Mansur Yavaş, seçimi kılpayı kaybetse de, göstermiş olduğu performansla bu yönde bir işaret feneridir.
Gelelim AK Parti’ye...
Başbakan Erdoğan, seçimi adeta tek başına kazanmakla siyasi ustalığını bir kez daha ispat etti. Ancak iktidarın önünde bir de “toplumsal barışı kazanmak” gibi bir mesuliyet var.
Bunun için gerekenlerden biri, son üç ayda gündeme gelen yanlışların tamiri ve çürük elmaların ayıklanmasıdır. Çünkü, Ahmet Taşgetiren’in dünkü yazısında ifade ettiği gibi, AK Parti’ye oyunu veren kitle dahi, “Erdoğan’a kondurmasalar bile, yolsuzluk iddialarını bütünüyle yok farzeden bir karar süreci içinden geçmemişlerdir.”
İkinci gereklilik, muhalif kitlelerin birikmiş öfkesini dindirecek, haklı veya haksız korkularını azaltacak bir itidal siyasetidir. Alevileri, laik kesimi teskin etmektir.
Üçüncü gereklilik ise, “paralel devlet”e karşı atılacağı anlaşılan adımların mutlaka hukuk sınırları içinde kalması, daha evvel Ergenekon davasında görüldüğü türden bir “maksimalizm”e kapılmamasıdır.
Daha açık bir ifadeyle, doğru hedef, sadece adı üstünde “paralel devlet”, yani kamu gücünü illegal hedefler için kullananlar olmalıdır. Onlarla aynı fikir ve duygu dünyası içinde bulunan insanlar, bunların kurdukları meşru dernekler, vakıflar, okullar, medya veya yardım kuruluşları değil.
Belki şöyle de diyebiliriz: Maksat, Türkiye’deki tüm aktörleri “düz ovaya” çekmek olmalıdır. Ovada bile kıstırmak değil.
Çünkü ancak o yolla tüm kesimleri demokratik esaslar üzerinde uzlaştırabilir ve kalıcı bir toplumsal barış kurabiliriz.