15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ'nün darbe kalkışması Türkiye'nin güvenlik endişesini artırmıştı ki o geceden sonra hem içerde hem de dışardaki ilişkilerde gergin bir süreç başladı. O gece yaşananlar Türkiye-ABD ilişkilerindeki problemlerin sayısını da artırmıştı. Çünkü FETÖ'nün lideri Pensilvanya'daydı ve sıkı korunmaktaydı.
O günden sonra Rahip Brunson krizi, 1915 Sözde Soykırımı, S400 krizi, F35 iptali, F16 satışı, YPG/SDG yardımları, savunma sanayimize dönük yaptırımlar gibi birçok dosya birikti.
Bu süreçte Türk dış politikası rasyonel bir zeminde pragmatizmi önceleyip, çok kutuplu dünya tartışmaları içerisinde farklı ülkelerle işbirliğine yöneldi. Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan güven sorunu iyice artmış ve Trump dönemi kısmen diyalog olsa da Demokrat Biden iktidarıyla bir hayli sorun yaşanmıştı.
ABD'nin Türkiye'ye yaklaşımındaki hatalar o kadar çoğaldı ki Türk halkında ABD karşıtlığı en yüksek seviyelere ulaştı. Stratejik müttefikliğe yakışmayacak bu tutumlar iki NATO gücünün temasını iyice koparmıştı.
Ankara-Washington hattında Büyükelçi Flake de uzun süre netice alamadı. Belki de bu süreçte NATO Genel Sekreteri Rasmussen'in gayreti olmasa ABD ile daha derin krizler de yaşanabilirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu zaman diliminde bölgedeki birçok ülkeyle sorunları gideren bir siyaset izledi. İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelerle karşılıklı pragmatizm temelinde adımlar attı. Rusya'yla ve Ukrayna'yla hem ticari hem de enerji, motor teknolojisi gibi stratejik işbirliklerini yürüttü.
Erdoğan farklı alanlarda aktif bir dış politika izleyerek Batılı müttefiklerinin ambargolarına rağmen savunma sanayiinde dikkat çeken bir konuma ulaştırdı. Türkiye'nin geldiği nokta şüphesiz herkesin dikkatini çekti. Karabağ, Libya, Suriye gibi kritik alanlarda Türkiye'nin rolü gözden kaçmıyordu.
Türkiye ve ABD arasındaki problemli alanlar bitmedi. Belki çok zaman bu ilişki istediğimiz zemine oturmayacak ancak Beyaz Saray'da kim oturursa otursun Türkiye'nin bölgedeki etkisinin giderek arttığını görmek zorunda kalacak. YPG ve FETÖ gibi örgütlere ABD'nin bakışında bir değişiklik olursa ilişkilerin hızla yumuşaması kimseyi şaşırtmaz. Ancak Biden döneminde bu kadar iyimser olmamalıyız.
Vilnius'a giderken neler oldu?
Vilnius'taki NATO zirvesi sona erdi. Bizim kamuoyu uluslararası zirveleri genellikle zafer veya hezimet şeklinde tanımlar. Vilnius zirvesine doğru seçimi yeniden kazanan Erdoğan'ın hamleleri Batı ittifakıyla ılımlı bir sürecin başlayacağına işaret ediyordu.
2023 Zirvesine yaklaşırken yaşanan olaylar ve görüşme trafiği dikkatli gözlerden kaçmadı:
28 Mayıs'ta G.Kore-Japonya yakınlaşması hızlandırıldı. Bu yakınlaşma Çin'e karşı oluşturulan AUKUS hattının bir uzantısıydı.
19 Haziran'da Çin Devlet Başkan'ı Şi'yi ziyaretinde ikili ilişkileri güçlendirmek, anlaştıkları ve anlaşamadıkları noktaları netleştirmek için Çin'e gittiğini söyleyen Blinken "Bunların hepsini yaptık. ABD-Çin ilişkileri istikrara kavuşmalı" dedi.
22 Haziran'da Hindistan Başbakanı Modi'nin Beyaz Saray ziyaretindeki görüşme Hindistan'ın tutumunu belirleyici bir fotoğraf olarak yansıdı.
Zirveden hemen önce ABD Hazine Bakanı Yellen Pekin'deydi ve dünya ekonomisinde ABD ve Çin'in yaşayacağı olası sorunların etkisinden bahseden yumuşatıcı bir konuşma yaptı.
Haziran ayının son günlerinde Rusya'da yaşanan Wagner isyanı, Fransa sokaklarında başlayan eylemler pek de sıradan değildi.
ABD, Rusya-Çin arasındaki ilişkiyi zayıflatmak için politikalarını güncelledi ve Çin'le temasa geçti. Bu gelişmeler yaşanan kriz sona ermese de bir yumuşama arayışının olduğunu gösteriyor.
Vilnius'taki NATO zirvesinde Ukrayna savaşından dolayı Rusya'ya dönük keskin ifadeler yer alırken Çin az da olsa uyarı aldı.
Türkiye'nin hassasiyetleri ise zirveye damgasını vurdu. Her türlü terörizmle mücadelede NATO'nun yeni teşekkülü, müttefikler arasında yaptırımların kaldırılması önemli kazanımlar. İsveç konusundaki Türkiye'nin tavrı ise politik bir bakışın yansıması.
İsveç Kararını Meclis Verecek
İsveç'in işi hiç de kolay değil. Meclis oylamasına kadar teröristlerin iadesi ve İslam karşıtı eylemler konusunda İsveç hükümetinin adım atması, daha ötesi önce kamuoyunu ikna etmesi gerekiyor.
Finlandiya sürecinde mecliste oylamaya 280 milletvekili katılmış ve 275 kabul oyuyla eşik aşılmıştı. O günkü oylamaya katılan AK Parti, CHP, İYİ Parti ve MHP grupları 'evet' oyu verdi. HDP oylamaya katılmamıştı. Böylece Finlandiya'nın NATO üyeliğini onaylayan protokol, oylamaya katılan tüm partilerin oylarıyla kabul edildi.
İsveç oylaması 1 Mart tezkeresi gibi olur mu? Cevabı TBMM verecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, taleplerin yerine getirilmesi için "tamam" dedi ancak milli irade mecliste tecelli edecek. Ayrıca Türk halkı Erdoğan'ın aslında İsveç üzerinden Batılı müttefiklerin terörizmle ilişkilerini, İslam düşmanlığını yüzlerine vurduğumuzu düşünüyor.