Ortadoğu, Osmanlı’dan çıktıktan sonra çok ama çok değişti. Kardeş kardeşe düşman gösterildi; bölgenin yeni efendisi İngilizler, aile fertlerini bile birbirine kırdırmaktan çekinmedi. İngiliz ve Amerikan istihbarat servislerince 1953’te devrilen Muhammed Musaddık İngilizleri tanımlarken şöyle der:
“Onlar ne kadar kurnazlar bilemezsiniz. Ne kadar şeytanlar, her dokundukları şeyi nasıl kirletirler bunu da bilemezsiniz”.
Ne yazık ki İngiliz tarzı siyaset son bir asırda bölgede hızla yayılmıştır. Hizbullah’tan İsrail’e, İran’dan Rusya’ya, ABD’den İngiltere’ye kadar neredeyse tüm aktörler bu oyunu aynı şekilde oynamaktadır. Eğer Ortadoğu’da siyaset yapacaksanız karşınızda kural tanımayan, herkesi herkese satabilecek düşmanların olduğunu bilmelisiniz. Aksi takdirde ilk satılan siz olursunuz.
***
Türkiye 2002’den sonra bu kirli siyaseti ve onun kurduğu ‘eski Ortadoğu’yu yumuşak gücüyle yıkmak istemiştir. Ankara’nın bu naif ama güçlü çıkışı bölgede en büyük direnişi İsrail’den ve İran’dan görmüştür. Mavi Marmara ve Davos’tan sonra ise Türkiye’nin bölgesel işbirliği ve doğrudan iletişim merkezli Yeni Ortadoğu politikası İsrail’de teker patlatmıştır.
Aynı şekilde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası Suriye’de İran ve Hizbullah (ve elbette Rusya) tarafından durdurulmuştur. İran ve müttefikleri Suriye’yi Arap Baharı dalgasını durduracakları en son nokta olarak görmüşler ve tüm bölgeyi mezhep savaşları yangınına atma pahasına her şeyi yapmışlardır.
Türkiye ise ne yazık ki Suriye’yi sadece bir dış politika alanı olarak görmüştür. Tersini iddia eden tüm resmi konuşmalara rağmen Türkiye iç etkilerini yeterince hesap etmeden Suriye’de radikal adımlar atmıştır. Oysa ki Suriye, Türk toplumsal yapısının doğal uzantılarından biridir.
***
Suriye, Türkiye’nin içlerinde yüzlerce yıldır uyuyan bir sosyal fay hattını da harekete geçirdi. O da mezhep ayrılıklarıdır. Çorum, Kahramanmaraş ve Sivas komplolarıyla yapay olarak harekete geçirilmek istenen bu hat Türkiye-Esad çatışması sayesinde kendiliğinden kıpırdamaya başlamıştır. Ne yazık ki bu kıpırdama özellikle İran ve müttefikleri tarafından hızlandırılmıştır.
İran’ın bu maksatla Anadolu’da çok sayıda örtülü operasyon yaptığı gün gibi ortadadır. İlginçtir, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarına İsrail ve onun Batı’daki dostları da İran benzeri bir karşılık vermişlerdir. Bu bağlamda mezhepler konusu Türkiye’nin yeni yumuşak karnı olarak görülmüş ve kışkırtılmıştır.
Türkiye, Suriye’de adeta oyuna gelmiştir. Suriye’de yalnız kalmış, dahası arkadan hançerlenmiştir. Türkiye’nin belki de farkına varmadan kurduğu ‘azınlık diktatörlüğü’ söylemi Nusayriliği, dolayısıyla onun Türkiye’deki benzeri olan inançlara düşmanlık gibi algılanmış, birileri de bu söylemi mezhepsel düşmanlık olarak lanse etmekten çekinmemiştir.
Aslına bakarsak CHP’nin daha başından beri Suriye’de Esad’ı desteklemesinin en önemli nedeni de budur. Bu durumu başka türlü izah etmek mümkün değildir. Yoksa dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir ciddi parti ülkesi ile düşman olan bir devleti desteklemez.
Bu bağlamda, Taksim sonrası ortaya çıkan öfkenin önemli bir kaynağı Hükümetin Suriye politikasına karşı çıkan gruplardır. Ve elbette bu gruplarda biriken enerji birileri tarafından yoğun bir şekilde yönlendirilmektedir. Yani Türkiye, Reyhanlı’dan sonra Taksim’de de aynı dış çevrelerin saldırısına uğramaktadır.
Eğer Suriye politikası üzerinden gelen bu saldırıları durduramazsak ve çatırdayan tarihi hattı yeniden tamir edemezsek işte o zaman durum kötü demektir.