Öncelikle Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dün yaptığı şu açıklamaya dikkat çekelim:
‘Silahsız çözüm için aylarca uğraştık Suriye nezdinde. Keşke Beşar Esad o çözümü kabul etseydi başta, şu anda bu kadar kan dökülmeyecekti. Türkiye her zaman silahsız çözüme yakın oldu. Şu anda da silahsız çözüme yakınız.’
İnsaf sahibi herkes hatırlayacaktır. Ankara’nın Suriye’deki rejimle ilgili söyledikleri hep aynı çizgide oldu. Beşar Esad’dan acilen ve sahici reformlar yapmasını, ardından seçime gitmesini isteyen, temsil derinliği olan yeni bir yönetimin oluşturulması için çaba göstermesini tavsiye eden hep Türkiye oldu.
Suriye’de olaylar başladıktan sonra da uzunca bir süre Ankara’nın bu yöndeki tavsiyeleri devam etti. Bakan Davutoğlu’nun Şam’da Esad’la yaptığı ve saatlerce süren görüşmesinin merkezinde yine böyle bir söylem vardı. Aksi takdirde neler olabileceğini, daha fazla kan döküleceğini Şam’a anlatmak için elinden gelen çabayı gösterdi Türkiye.
Hala aynı tavrı gösterenler var. Israrla ve inatla Türkiye’nin bu yöndeki yaklaşımını yok sayanlar, hatta daha da ileri gidip, olup bitenin sorumlusu olarak ilan edenler var. Üstelik ne yazık ki bu yaklaşımların kendi ülkemizde de karşılığı bulunuyor.
***
Olup bitenin devamında Türkiye, kendi tarihsel derinliğine ve gelecek tasavvuruna uygun tercihlerde bulundu. Doğru da yaptı. Yanı başında yükselen yangınlara kayıtsız kalan yaklaşımları da tarihin sayfalarına yolladı.
Bölgedeki ve dünyadaki güçlerin bu yöndeki tercihlerini ve hamlelerini meşru gören ya da sorgulamayanlar, her nedense konu Türkiye olunca bir anda ayağa kalkıyor.
Şam’daki Baas rejimini desteklemek barışın adı olurken, oradaki mazlumları ayakta tutmak için çaba göstermek, kolayca ‘hırslı olmak’, ‘yeni Osmanlıcılık oynamak’ yahut ‘emperyal arzular taşımak’la yaftalanıyor. Hoş, bir ülkenin kendi siyasi coğrafyasının ötesinde, doğal coğrafyasına ilgi göstermesi ne zamandır kınanan bir yaklaşım oldu, bu da ayrı bir tartışma konusu.
Şam’daki yönetim ve başındaki yabancı, artık bu coğrafyanın uzatmalı aktörleri olmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. Kendi bölgesel ya da küresel çıkarları için bu köhne yapıyı ayakta tutmaya çalışanları sorgulamadan, kolayca Ankara’yı mahkum edenlerin görmediği, görmek istemediği gerçek bu.
***
Bu saatten sonra çözümle ilgili ortaya çıkacak adımlar, eninde sonunda Esad ve ittifaklarını tasfiye edecektir. Kendi bulunduğu pozisyonları korumak adına Türkiye’yi yok sayan yaklaşım sahipleri, Şam’daki yabancıya ne kadar destek verirse versin bu gerçek değişmeyecek.
Kan, gözyaşı ve katliam üzere kurulu bir denge halini kutsal sayıp, onu devam ettirmek için türlü taklalar atmak; o dehşet dengesini yıkıp barışı inşa etmeye çalışanları ise ‘kaosu derinleştirmek’le suçlamak. Bugün ülkemizde iktidar-muhalefet denkleminde devam eden ayrışmanın özeti bu.
Sırf muhalefet olduğu için muhalefet etmeyi varlık nedeni saymak, yeri geldiğinde ‘devlet aklı’na katkı sağlamayı düşünmemek, nasıl bir siyaset anlayışıdır; bunun da takdiri millet ait elbette.
İçeride ve dışarıda kalıcı bir barışın inşasıyla boğuşuyor Türkiye. Çok zor, engebeli ve tuzaklarla dolu bir yolda ilerliyor. Yolda ayağı ne zaman sürçse, ‘İşte biz demedik mi, yanlış yapıyorsunuz. Batağa sürükleniyoruz’ diyenlerin öncelikle nerede durduklarını gözden geçirmeleri gerekiyor.
Her durumda ‘Şam’daki yabancı’nın ortağı olmaktan çok daha iyi seçenekler var.