Saliha soru sorulmadığı müddetçe sessizce uzun zaman durmak konusunda mastır yapmıştı sanki. Öyle uzun uzun susuyor ama dikkat ettim ayaklarıyla yere bir şeyler çiziyordu. Sanki ayağı koca bir fırça idi ve yere serili kâğıda görünmez çizgilerle ha bire çiziyor, boyuyordu bir şeylerİ. eğitimci sezisiyle dedim ki “Saliha resim yapmayı sever misin?” Meğer o zaten ressammış da henüz eser vermemişmiş...
Bizim merhum peder öğretmendi. Hayatı köylerde geçti. Köy çocuklarının okumasını kendine dava edinmişti. Rahmet olsun çok çalışkan adamdı. Bizi de öyle yetiştirdi. Yarım saatim boş geçmesin diye çantamda kitapla dolaşırım ben. “Okumak, yazmak bizi dünyanın dağdasından korur” demişti. “Dağdağa” kelimesini sonradan bir şiirde daha duymuştum da bana çok şairane gelmişti. Zaten babamın köy çocuklarına bakışı da çok romantik ve şairaneydi. Elleri çatlamış, dizleri, dirsekleri yara içinde saç, baş karışmış çocukları giydirir, yıkar, saçlarını tarar, limon kolonyası sürülmüş olarak okula getirirdi. Sevmeden olmaz; bizim peder işine âşık idi. Dedim ya rahmet olsun…
Ondan aldığım ilhamla ben de okumak isteyen bir kabiliyet gördüm mü içim titrer elimden ne geliyorsa yapmak isterim. O zamanlar ben bir dershanede çalışıyordum. Eğitim danışmanıydım yani saha içinde serbest gezen topçular gibi bir halim vardı. Çocuklar beni seviyorlardı. Ben de mutluydum onlarla ilgilenmekten.
O günlerde Saliha geldi. Yağmurda kalmış cücükler kadar küçük ve perişan bir hali vardı. Annesiyle babası ayrılmış. Bu yavrucağa bakacak kimse olmamış gele gele yaşlı teyzesinin yanına sığınmıştı Saliha. Teyzesinin isteği kızın bir sene imtihanlara hazırlanmasıymış. Ama kız pek çekingenmiş. “Hem biraz gözü açılır hem de benim içim rahat eder. Okumak kabiliyeti varsa okusun bizden vebal gitsin hocam” diyerek Saliha’yı bıraktı gitti teyzesi..
Saliha soru sorulmadığı müddetçe sessizce uzun zaman durmak konusunda mastır yapmıştı sanki. Öyle uzun uzun susuyor ama dikkat ettim ayaklarıyla yere bir şeyler çiziyordu. Sanki ayağı koca bir fırça idi ve yere serili kâğıda görünmez çizgilerle ha bire çiziyor, boyuyordu bir şeyleri. Ben eğitimci sezisiyle dedim ki “Saliha resim yapmayı sever misin?” Meğer Saliha’nın resim deyince eti yağı eriyormuş. Meğer o zaten ressammış da henüz eser vermemişmiş. Saliha resim deyince uzun cümleler kuruyordu. Onu bir dinleyen olsa herhalde bu kız en az elli tane resim sergisi açmıştır, ha desen uluslararası arenada eser verecek, adından söz ettirecek sanırdı. Ama biz yirmi bin nüfuslu bir ilçede yaşıyorduk. Ve yaşadığımız yer Allah muhafaza kaza ile haritadan silinse bir Allah’ın kulu bizim akıbetimizi sormazdı. Böyle bir yerde bu kadar ağır resim muhabbetine benim bünyem dayanmadı. “Saliha güzelim anladım ki resim senin için bir tutku. Bana yarın birkaç eserini getirir misin?” dedim. Maksadım Saliha biraz konuşmaya ara versin soluk alsın ben de kulaklarım hasar almış mı bir bakayım.
Saliha ertesi gün yine geldi. Ben eser getirecek zannediyorum o bana ressamların hayatını anlatmaya başladı. Biliyor musunuz ressamların hayatı hiç ilginç değilmiş öğrendim. Belki Saliha’nın anlatışı öyleydi. Belki de işi renklerle olan ressamlar kendi hayatlarını renkli hale getirmek konusunda çok başarısızdılar. Bilmiyorum ama Saliha ressam hayatlarından, sanat akımlarına geçmek isteyince trafik polisi gibi elimle işaret edip susturdum. “Saliha bizim lisede bir resim hocamız var seni ona götüreyim senin dilinden o anlar” dedim. Demez olaydım. Saliha meğer o hocayla tanışmış. Meğer hoca ile resim anlayışları uyuşmuyormuş. Meğer onun sanat anlayışı bile yokmuş. “Boyalarla oynamak da ressamlık mıdır Allah aşkına?” deyince Saliha’dan korktum ben. Bu kızın ağzından çıkanların bir cüssesi olsaydı emin olun boyundan büyüktü bu laflar. Saliha’ya tekraren dedim ki “Resim getir bana yarın lütfen görmek istiyorum eserlerini.”
Bir kişi yaptığı işle alakalı çok konuşuyorsa ya o işin acemisidir ya da o işin uzmanıdır. Uzmanlar gevezedir ama ustalar yaptığı işle alakalı uzun konuşmazlar.
Amacım Saliha’nın eli de dili gibi işlek mi görmekti. Çünkü bu garip kızcağız da kabiliyet varsa tam babam rahmetliye göre bir hikâye olacaktı. Köyden gelmiş gariban bir ressamın elinden tutma imkânına kavuşacaktım.
Saliha ertesi gün bir resim getirdi. Meğer resimdeki adam benmişim. “İyi de Saliha ben bıyıklı değilim ki üstelik gözlük nerden çıktı Allah aşkına?” demişim bir çırpıda. Kız incindi mi diye korktum ama gerçek buydu. Resimdeki adamın benimle uzaktan yakından alakası yoktu. Ama Saliha’nın cevabı hazırdı. “Ben fotoğrafçı değilim ki aynısını resmedeyim. Sizin bende uyandırdığınız etki buymuş demek ki…” dedi. Sesimi çıkarmadım. Ressam kısmı azıcık da olsa gariptir. Bu da Saliha’nın garipliği olsun diye düşündüm. “Lütfen çizmeye devam et” dedim. “Çizeceğim malzeme yok” dedi. O zaman içimde bir şeyler cız etti. “Ben alayım sana…” demiş bulundum. Saliha dilini çıkararak bir uzun liste yazdı ki o listedekileri alsam değil resim yapmak bizim dershaneyi dipten doruğa boyayabilirdiniz. İnsanın yaptığı iyiliği anlatması hoş değil ama taksit yaptırarak aldım malzemeleri. Saliha malzemeleri görünce, “…kaliteli değiller ama idare edeceğiz” dedi. Sanatçıya sponsor olmak zormuş anladım. Ve malzemeleri eve taşımak da bana kaldı. Saliha artık malzeme eksiğini de tamamlamış olarak çizmeye devam ediyordu. Israrla portre çiziyordu. Ama her portresi bir olaydı. Dershane müdürünü çizdiği resmi görmenizi isterdim. Adamcağızı turuncu saçlar ve kırmızı bir gözlükle ve çok yaşlı olarak çizmişti. Müdür Bey alındı, hatta küstü. Saliha yaptığı resimleri kantinde sergilemeye başladı. Müdür Bey’in resmi önünde çocuklar selfie çekiyorlar. Dayanamadım resmi satın alayım kaldırayım kantinden dedim. Demez olaydım Saliha’ya yaptığı resimlerin satılık olduğunu ima bile etmeyecekmişiz. O isterse birine hediye edermiş ancak o resmi sergilemeyi seçiyormuş ve biz kantinden kaldırırsa sokak sergisi yapacakmış. Müdür Bey’in kantinde eğlence mevzusu olduğu yetmiyormuş gibi bir de sokakta tüm ilçeye bu turuncu saçlı adamı sergileyecekti. Müdür Bey’i severim rahmetli Özal’ı andıran tatlı bir adamdı. Ama Saliha’nın resmindeki hali insanı güldüren bir perişanlıktı…
Müdür beni odasına çağırdı. “Bu kıza resim malzemesini sen alıyormuşsun. Bu resmi sen mi çizdirdin? Açık konuş benimle net ol” dedi. Başımdan kaynar sular döküldü. “Efendim ben sadece genç bir sanatçıya yardımcı olmak istemiştim” diyebildim. Ama Müdür Bey net konuştu.
-Ya o resim oradan kalkar ya da ben sizinle daha fazla çalışamam.
-Etmeyin eylemeyin Müdür Bey benim ne suçum var? Zaten o da masum bir resim değil mi?
-Değil efendim masum değil. İlçede el içine çıkamaz oldum. Biliyor musunuz esnaf kafilelerle bizim kantine gelip resme bakıyor. Saliha da geyik avlamış avcılar gibi poz veriyor resmin önünde. Lamı cimi yok. Ya o resim ya siz ya da ben gideceğim buradan…
Ben durumu Saliha’ya anlattım. “Kızım etme işimden olacağım senin de kaydını silecekler” dedim. Saliha ses çıkarmadı, sadece “…bütün bunlar geçecek emin ol hocam” dedi. “Saliha gizem yapmanın sırası değil rica ederim kaldır o resmi” dedim. Saliha çıktı gitti. Ertesi gün heyecanla dershaneye geldim acaba kalkmış mıydı resim? Ama Saliha resmi kaldırmayı bırak yeni bir resim daha eklemişti. Resimde Müdür Bey elinde bir fırça ile her yeri siyaha boyuyordu. Sinirlerim bozuldu ama gülmeden de edemedim. Müdür Bey elinde fırçayla siyaha boyarken alnının etrafında ter damlacıkları birikmişti. Müdür Bey gerçek hayatta da oldukça terlerdi. Benim güldüğümü ispiyoncular Müdür Bey’e iletmişler. “Saliha resminiz çiziyor hoca da bakıp bakıp gülüyor…” demişler.
Çok sürmedi. Saliha’nın kaydını sildiler. Bana da yol verdiler. İşsiz kaldım. Sonra mecburen imtihanlara hazırlanıp memur oldum. Ama Saliha’nın üç tane eserini hep sakladım ikisi Müdür Bey’in biri benim resmimdi. Hala bakar bakar gülerim. Saliha ise resimle uğraşmayı bırakmamış. İmtihanlarda sanat tarihi bölümünü kazanmış. Fakülte bitince de asistan olarak üniversitede kalmayı başarmıştı. Ben internetten bulup resim sergisinin olduğu galeriye gittim. İnsanlar yaş aldıkça olgunlaşır Saliha yaşlandıkça çocuklaşıyordu sanki. Beni görünce çok mutlu oldu. Hoş beşten sonra resimlerine baktım dershane zamanındaki portrelerden eser yoktu. Bozkırın sarı sıcağını, kel tepelerin inatçı duruşlarını, hâsılı taşrayı çiziyordu. Eski günleri andık. Resmin bir tanesini alayım dedim. “Bana böyle bir şeyi nasıl teklif edersiniz? Ancak ben size hediye edersem olur” dedi. Gülüştük bir zaman…