Tuzla ve Pendik’de sokak köpekleri gemilere doldurulup “yenilmek üzere” Uzakdoğu ülkelerine sevdediliyormuş.
Kilosu beş liradan...
Sokak köpeklerini kısırlaştırıp aşılarını yaptırarak yine kendi mahallelerine bırakmakdan âciz asîl halkımız, iş iki kör kuruş için onları en ağır koşullar altında haftalarca gemi kafeslerinde elin körolası Uzakdoğusuna kesilip yenilmek üzere göndermekde pek mâhir!
Bu kıymetdâr yurddaşlarımı candan kutlarım!
Gerçek bir lojistik başarı...
Bu arada istihbâr etdiğime göre, üç yaşından büyük olmamak üzere çocukların eti içinse kilo başına onar lira ödüyorlarmış.
Bence mâkûl bir fiyat.
Hazır açılmışken onu da haber vereyim dedim.
***
İnsanların, sâhib olmaya çok özendikleri, ama sâhib bulunmadıkları hasletleri, sanki sâhibmişler gibi tahayyül etme ve buna gerçekden inanma eğilimleri yaygındır.
Aynı eğilime bâzen millet çapında da rastlanır.
Meselâ “Türkler son derece zekî, cesur, adâletli, barışsever, merhametli ve başka milletlere saygılı bir kavimdir.” dediğimiz zaman bu söylediğimin ufak çapda bir örneğini vermiş oluruz.
Pek çok Türk buna sâhiden inanır da!
Bunun kaynağını derin bir aşağılık duygusu teşkîl eder.
Ben bir tesâdüf netîcesi 19 yaşında Almanya’ya giderken Almanların bizlere hayran ve Alman kadınlarınınsa Türk erkeklerine meftûn olduklarına samîmiyetle inanıyordum. Çünki çevrem beni buna inandırmışdı. Bunları söyleyenler de inanarak söylüyorlardı.
En inanarak söyleyenleri ise ömürlerinde tek bir Alman dahî görmemiş olanlardı.
Bu hayvanseverlik meselesi de bunun bir başka tipik örneği.
Üç dört ay önce Sayın Diyânet İşleri Başkanımız, bir yabancı kuruluşun Türklere hayvan sevgisi aşılamak üzere gayret sarfedeceği haberi üzerine “Bizim kimseden hayvan sevgisidersi almaya ihtiyâcımız yok.” demişdi.
Emînim ki bu söylediğine kendi de samîmiyetle inanıyordu.
Oysa bu pozitif önyargıdan bir an için kendini sıyırması ve hakıykati “çıplak gözle” görmesi mümkin olsaydı herhalde o an geçirdiği şokun etkisiyle bir süre dili tutulur ve muhtemelen gözleri yaşarırdı.
Ben Avrupa’da bir alay ülke görme fırsatına sâhib oldum. Yunanistan, İtalya yâhut İspanya gibi vahşet bâbında bizlere pek benzeyen ülkeler de dâhil olmak üzere sokak hayvanlarına bizdeki kadar gaddarca muâmele eden başka millet tanımadım!
Bunun tahsil seviyesiyle de ilgisi bulunmadığını sanıyorum. Hattâ, elimde kesin veri yok ama, toplumun geniş alt tabakalarında Allah korkusu sebebiyle kedilere, köpeklere ve öbür zavallı sevimli hayvancıklara belki bir nebze, ama sâdece bir nebze daha iyi, yâhut daha az kötü muâmele edildiğini söylemek imkânı bile vardır.
Her ne hâl ise...
Son olarak bir öneride daha bulunmak istiyorum:
Kedileri ve köpekleri ya taşlarla sopalarla ya da zehirleyip, üstelik saatlerce de can çekiştirerek katlederken bence güvercinleri de ihmâl etmemeliyiz.
Ben bir kere seyretmek zorunda kalmışdım. Ölürken çırpınışları, hele kitle hâlinde olursa fevkalâde hoş, estetik bir manzara sunuyor.
Son kedi, son köpek ve son güvercin de hayırlısıyla can verdikden sonra kendimize buz üzerine bir duble viski koyup balkona çıkarak akşam güneşi altında yeryüzünüm sükûnetini telezzüz edebiliriz.