Bir şâir için kendini gülünç etmenin en kestirme ve en garantili yollarından biri, hattâ birincisi aşk şiirleri yazmakdır.
Nerden biliyorsun diyecek olursanız tecrübe konuşuyor!
Gülünç olmaksızın aşk şiiri yazmak ancak nâdiren ve fevkalâde usta şâirlerin başarabileceği bir işdir.
Üstelik o fevkalâde usta şâirlerin yazdıkları bütün aşk şiirleri de fevkalâde güzel değildir.
Nerden biliyorsun diyecek olursanız yine tecrübe konuşuyor.
Buradan şöyle bir netîce çıkarabiliriz:
Demek ki benim kâbımdaki dâhîler dahî ara sıra şâheser statüsüne girmeyen eserler ortaya koyabiliyorlarmış.
O yüzden hâlâ gece geç vakit kapım çalınsa betim benzim sararır, acabâ infâza mı geldiler diye!!!
Evet, gençlik yıllarımda ben de birkaç aşk şiiri yazmak ihtiyatsızlığında bulunmuşdum.
Tabii bugünki aklım olsaydı değil yazmak aklımın ucundan bile geçirmezdim.
Oturup adam gibi felsefî mekaaleler filan yazmak dururken bu yola neden sapdığımı çoktandır anlamakda zorluk çekiyorum. Gençlik işte...
Öte yandan bir kadın, yâhut bir erkek için aşk şiiri yazmak muhâtaralı bir işdir ama aşk, diyelim ki bir şehre yönelik olursa mesele değişebilir. Çünki o takdirde algılar ve kıstaslar değişir.
Meselâ şu şiiri bir kere bir kadın için bir kere de bir şehir, meselâ İstanbul için yazılmış olarak telâkkî edin ve öyle okuyun:
“Belki bir şey kayboldu yolda giderken.
Tebessüm ve teessür arasındaki ıssız bölge...
-No man’s land-
Biraz ayışığı biraz gölge...
Muhtemelen biraz geç yâhut erken...
Ola ki büyük cesâretdi mütebessimâne korkaklığımız.
Çok eski hayatlardan rastgele bir gençlik anımsar gibi
Dilin ucunda bir kar tânesiydi suçortaklığımız.”
Vardığınız sonucu isterseniz bana bildirebilirsiniz ama bildirmeseniz de olur. Hattâ belki daha iyi olur.
Şimdi bir de bir şehri vasfetmesi imkânsız olan şu mısrâlara bakalım:
“Biz ne aşklar yaşadık anlatsam aklınız durur:
Yuvarlak, üstüvânevî, mahrûtî ve köşeli...
Bir tebessümünle, ey Yahudi Kızı, loş hıyâbanlara
-ki mezar taşlarıyla döşeli-
Mehtâbın o varla yok arası şavkı vurur.
Sen susduğun zaman ihtimâl ki nehirler kurur.”
Bir daha şiir mi?
Allah yazdıysa bozsun!
Yine en iyisi sütun, hattâ sütun bile değil, köşe yazarlığı!