Bugünlerde özellikle yakın tarihe merak duyanların ilgiyle takip ettikleri bir tartışma var.
Torosyan adlı Osmanlı Ermenisi’nin anılarından söz ediyorum. Tartışma konusu olan kitapta özetle Osmanlı ordusunda görev yapan Sarkis Torosyan’ın topçu yüzbaşısı olarak Çanakkale savaşına katılarak büyük yararlıklar gösterdiği, hatta Enver Paşa’nın elinden kahramanlık madalyası aldığı, ne var ki ailesinin tehcir sırasında başına gelen kötü olayları öğrenince orduyu terk edip Osmanlı’ya karşı savaşan gruplara katıldığı... anlatılıyor.
Kitabın Türkçe’ye çevrilip yayınlanmasından sonra bazı tarihçiler bu sıra dışı hikâyenin gerçekliğine ilişkin kuşkularını dile getirmişlerdi. Hakan Erdem ise söz konusu kitabı baştan aşağı elden geçirerek bilgi hatalarını, çelişkileri ve tutarsızlıkları bir bir ortaya koyan bir çalışma yayımladı. Bazı aydınlarımızın o kadar ciddiye alıp “bizi tarihimizin gerçekleriyle yüzleştirecek bir belge” diye sunduğu kitabın içeriğinin “sahte” olduğu ortaya çıktı. Mesela Torosyan’ın Harbiye mezunu olmadığı, Osmanlı ordusunda görev yapmadığı, hatta olaylar sırasında Türkiye’de bile bulunmadığı anlaşıldı.
Haddizatında bir bilimsel disiplin anlamındaki tarihin ve tarihçilerin geçmiş zamanda olmuş bitmiş hadiseleri araştırmanın yanı sıra yine bu geçmişe ilişkin anlatılan çeşitli hikâyelerin doğruluğunu denetlemek gibi bir görevi de var. İşte bu görevi yerine getiren bir çalışma Hakan Erdem’in kitabı.
Konuları pek benzemese de yöntemleri itibarıyla buna benzer iki çalışmayı da bu vesileyle hatırlayabiliriz: Biri Amerikalı tarihçi Heath Lowry’nin Ermeni tezlerinin başlıca dayanaklarından birini ele alan “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü’nün Perde Arkası” isimli eseri. Lowry bu çalışmada 1913-1916 arasında İstanbul’da görev yapan Amerikan Büyükelçisi’nin ağzından yazılan meşhur kitabın ayrıntılı metin analizini yapmıştır.
Ermeni meselesi hakkında kitapta yer alan iddiaları ve dönemin yöneticilerine atfedilen birtakım ifadeleri büyükelçinin başta kendi günlüğünde olmak üzere, mektuplarında ve Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporlarda aynı konuda yazmış olduklarıyla karşılaştırmak gibi zor bir işi gerçekleştirmiştir Lowry. Ortaya çıkan sonuç “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü”nün gerçekleri yansıtmaktan uzak olduğudur.
Osmanlı Ermenileri Birinci Dünya Savaşı sırasında devlete karşı isyanlar çıkardıkları ve düşman Rus ordusuna yardım ettikleri gerekçesiyle zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Savaş yıllarında gerçekleşen bu zorunlu göç sırasında bölgedeki başıboş aşiretler ve çetelerce kimileri intikam hisleriyle kimileri soygun amacıyla yapılan acımasız saldırılar sonucunda çok sayıda masum Ermeni’nin hayatını kaybettiği bir gerçek. İstanbul hükümetinin bu saldırıları engellemek için çaba sarf ettiği ve olaylarda kusuru bulunan devlet görevlilerini en ağır biçimde cezalandırdığı da bir gerçek. Ne var ki uluslararası Ermeni hareketi, o günden beri Türkiye’nin doğu vilayetlerinde bağımsız bir Ermeni devleti oluşturma hayallerini ortadan kaldıran dönemin Osmanlı yönetimini “tehcir”in ötesinde “soykırım” kararı alıp bunu uygulamış olmakla suçluyorlar.
Bu soykırım iddiasını savunanların en önemli problemi bunu ispatlayacak belge ve kanıtlara sahip olmayışlarıdır. Bunun için sahte belgeler üretilmesine ihtiyaç duyulmuştur!
Bu tür faaliyetlerin en iyi bilinen örneği “Talat Paşa Telgrafları”dır. Aram Andonyan isimli bir yazarın yayınladığı kitapta Naim Bey isimli bir Osmanlı memurundan alındığı söylenen “bütün Ermenileri kadın çocuk ayırmadan öldürün” mealinde telgraf metinlerine yer veriliyor.
Şinasi Orel ve Süreyya Yuca’nın uzun zaman önce “Ermenilerce Talat Paşa’ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü”adıyla yayımlanan çalışmalarında söz konusu telgrafların sahte olduğu kesin olarak kanıtlanmış bulunuyor. Ancak yürütülen propaganda o kadar güçlü ki Türkiye’de bile bu telgrafların “varlığını” duyanların çoğu bunların aslında sahte olduğunun kanıtlandığını hiç duymamış durumdalar.
Ben bu konuyu daha önce yazdığımda şaşıran çok oldu, oradan biliyorum. Türkiye’de durum bu... Dünya kamuoyunun durumunu siz hesap edin.