Dünyanın en efsunlu başkenti İstanbul... Adına en güzel şiirlerin, en güzel şarkıların yazıldığı cazibeli şehir. Yeminlerin, ahitlerin, niyetlerin, seferlerin, fetihlerin başşehri... Medeniyetlerin kalbi. İçinden deniz geçen, Doğu ile Batı'yı bağlayan... Şehitlerin, azizlerin, aşıkların, velilerin rüyası, İstanbul...
İstanbul'u kar kapladı ve inanılacak gibi değil ama şehrin tüm yolları kapandı. Milyonlarca insan işinden evine, evinden hastaneye, fabrikaya, doğumhaneye, hatta kabristana bile ulaşamadı. Doğum yapmak üzere olan bir kadın, greyderin kepçesinde taşındı, hastaneye gitmek için yola çıkmış hastalar kar kuşatması altında ölümle burun buruna geldiler, tabutlar mezarlıklara varamadı, kadınlar, çocuklar, camilere sığındı... İstanbul'u diğer şehirlere bağlayan yollar dahil, tüm ana arterler ve ara caddeler adeta bir otoparka döndü. 20-26 saati araçlarında aç açına, susuz bir halde, yardıma muhtaç şekilde geçiren korku dolu bir mahsur kalış...
Meteoroloji uyardığı halde niçin önlem alınmadı, niçin koordinasyon yoktu? Böyle zamanlarda gözler haklı olarak Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na dönüyor. Çünkü bu şehir onlara emanet. Peki, o emanete riayet edildi mi? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın cumhurbaşkanlığı tartışmalarına odaklanmış tavrı, öyle zannediyorum ki İstanbul'u ıskalamasına sebep oldu...
Hafta içi "Kim Milyoner Olmak İster?" adlı çok sevilen bir bilgi yarışmasında ibretler alınası bir bölüm seyrettik... Usta sanatçı Kenan İmirzalıoğlu'na bile pes dedirten bir olay oldu! Batı hayranlığını uzun uzun, teferruatlı şekilde anlatan bir hanıma, çok dikkat çekici bir soru geldi; 1980'lere kadar Avrupa'da yaşanan bir çocuk istismarını ortaya koyuyordu soru. Annesi-babası belli olmayan çocuklar, yetim küçükler, yoksul ailelerin evlatları, zengin çiftliklerde veya evlerde hizmetkar olarak çalışmak üzere satılırmış... Soru, bu uygulamanın hangi Avrupa ülkesinde olduğuyla ilgiliydi. Cevap İsviçre çıkınca şoke olan Batı hayranı hanım, "Bir Orta Doğu ülkesi olsa anlarım da, nasıl olur da Avrupa'da 1980'lere kadar, çocuk köleliği varmış" diye söylenip duruyordu...
Çocukken seyretmeyi çok sevdiğimiz "Heidi" isimli bir çizgi film vardı. Hala severek seyrediyor çocuklarımız. Hikayede, bu yetim kız, büyükbabasından alınıp, bir zengin evine getiriliyordu. Ayakkabıları olmayan, incecik bir elbisesinden başka bir şeyi olmayan, karda bile yalın ayak yürüyen bu iyi yürekli kız da, aslında bu satılan çocuklardanmış... 55 yaşındayım. Öyle sarsıldım ki bunu öğrenince, çocukluk arkadaşım meğerse bir köleymiş... Kalbim sızladı...
Cumhurbaşkanına hakaret, Türk Ceza Kanunu'nun 299.md'sinde düzenlenmiş haliyle tartışma konusu haline getiriliyor. CHP'li siyasetçiler, yeni sistemde, Cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığı makamlarının çakışmasını, hakaret maddesinin amaca uygunluk içeriğine aykırı buluyorlar. Daha evvel iki yerel mahkeme aynı konuyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. Anayasa Mahkemesi 2017'de şöyle bir karar vermişti: Cumhurbaşkanının Devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil etmesi, Anayasa'da belirtilen görev ve yetkileri ile temsil ettiği değerler göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanına karşı gerçekleştirilen hakaret suçunun sadece kendi kişiliğine karşı değil, Cumhurbaşkanının temsil ettiği değer ve fonksiyonları da ihlal etmiş olacağı kabul edilmektedir. Bu nedenle kanun koyucu, belirtilen hususları göz önüne alarak onun kişiliğine yöneltilen eylemin aynı zamanda Devlete karşı gerçekleştirilen suçlardan sayılması gerektiğinden hareketle, Cumhurbaşkanının kişiliğine karşı işlenmiş olsa da bu suçu kamu görevlilerine hakaret suçundan ayırarak ayrı bir suç olarak düzenlemiştir. Buna uygun olarak da, Cumhurbaşkanına hakaret suçu 5237 sayılı TCK'nın; "Şerefe Karşı İşlenen Suçlar" bölümünde değil, "Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler" başlıklı Dördüncü Kısmın, "Devletin. Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar" başlıklı üçüncü bölümünde düzenlenmiştir."Görüldüğü gibi Yüksek Mahkeme, Cumhurbaşkanına Hakaret meselesini sadece onun şahsına değil, temsil ettiği makama ve millete karşı da yapılmış olduğunu düşünüyor.
Benim sorum ise daha pratik:Cumhurbaşkanlığı makamına hakaretin suç veya kabahat olmaktan çıkarılmasıyla toplum ne kazanacaktır? Cumhurbaşkanına hakaret serbest olunca CHP ne kazanacaktır? Ne amaçsız, ne beyhude bir tartışma bu...
Partizan olmaya gerek yok, ama muhalefet liderleri, hakaret hürriyeti üzerine zihin yoracakları yerde, ülke idaresine katkı ve topluma hizmet sunmaya katılım konusunda gayret etseler ya...