Yağmurun yeryüzüne neler edebileceğini çok iyi bilenlerdenim. Doğu Karadeniz'de asfalt çatlasa yerden ağaç fışkırır; yağmur sayesindedir bu, ama bazen çok acı bedelleri de olur bu güzelliğin. Öyle bir yağar ki yağmur, hiçbir tedbir sizi felaketten kurtaramaz. Nice ana kuzusu önüne koca kayaları katıp gelen sele kapılıp Karadeniz'in derinlerine karışmış, geriye yakınlarının gözyaşı dökeceği bir mezar dahi bırakmamıştır.
Önceki gece İstanbul'a düşen yağışın ölümlere yol açmaması büyük teselli. Gerisi bir şekilde telafi edilir. Fakat, kara ile denizin birleştiği, metro duraklarının göletlere dönüştüğü, insanların otoyollarda yüzmek durumunda kaldığı bir İstanbul görüntüsü sadece yağış miktarının olağanüstülüğüyle açıklanamaz.
Hatırlarsanız 2009'da da İstanbul'a aşırı yağış düşmüş ve sabah işine gitmeye çalışan 31 insanımız, çoğu İkitelli'de bir servis otosunun içinde, boğularak can vermişti. Pek çok kişi de sular altında kalan Basın Ekspres'teki belediye otobüslerinin üstünden helikopterle kurtarılmıştı. Çok şükür bu sefer can kaybı yaşanmadı.
O büyük felaketten sonra İkitelli Ayamama Deresi ıslah edildi. Bu sayede Basın Ekspres yolunda yağıştan kaynaklanan trafik yoğunluğu dışında ciddi sıkıntı söz konusu olmadı.
Bu örnek de gösteriyor ki "afet" deyince belediyecilikten kaynaklanan kusur ve ihmaller ortadan kalkmıyor.
2019'a giderken alt yapı sorunları İstanbul'un imtihan konularının başında geliyor. Trafik sorununu da doğrudan etkiliyor bu. Yeşil alan ihtiyacı da, aşırı yapılaşmadan kaynaklanan genel huzursuzluk da bununla ilişkili.
2019 başkanlık seçiminden önce yerel seçimler gerçekleşecek. Başkanlık seçimi için de bir ön yoklama olacak bu.
Devletin tüm kurumlarıyla kendini FETÖ'den arındırdığı ve yenilediği bir süreçten geçiyoruz. 15 Temmuz'un sene-i devriyesinde halkın coşkusu bu sürece tam destek olarak okunabilir. Ancak iş belediyeciliğe geldiğinde tercih kriteri değişiyor. Üstelik hizmet deyince artık çok daha özelleşmiş bir skaladan bahsediyoruz. Ak Parti, yerel idarecilik konusunda kendi koyduğu çıtayı daha da yükseltmeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyaset vizyonuna ayak uyduracak, daha açık söyleyelim, ona ayak bağı olmayacak bir hizmetle vatandaşın karşısına çıkmalı.
15 Temmuz ruhuna karşı siyaset yapmak
15 Temmuz'un yıl dönümünde meydanların coşkusu gerçekten tahmin edilenin de üzerindeydi. 250 şehit ve binlerce gazinin üzüntüsünün yanında FETÖ'nün hain darbe girişimini bayraklarla, levyelerle, çıplak elle durdurmanın ve darbesini FETÖ'nün başına yıkmanın haklı gururu ve onuru vardı millette.
CHP'nin 15 Temmuz'u "Kontrolü darbe" olarak nitelemesine, "Asıl darbe 20 Temmuz'da oldu", "Sarayın darbesi" gibi laflarla FETÖ'nün sözcülüğünü yapmasına karşı bir tepkisellik de vardı bence 15 Temmuz gecesi milletin büyük bir coşku ve kalabalıkla sokağa inmesinde.
Kemal Kılıçdaroğlu bir daha düşünür mü acaba, Ankara'dan İstanbul'a attığı adımların kimlere yol olduğunu ve 15 Temmuz'a rağmen siyaset yapmanın kendisini ne duruma düşürdüğünü?
Kılıçdaroğlu'nun ayakkabıları, Hürriyet'in camekanı
Bir CHP'li vekilin dediğine göre Kılıçdaroğlu'nun FETÖ'ye destek yürüyüşünde giydiği ayakkabıya Koç Müzesi talip olmuş. Koç'un Gezi kalkışmasına verdiği desteği biliyoruz, gayrı milli bir eylem söz konusu olduğunda kimler kimlerle yan yana görüyoruz. Ayakkabıyı müzeye kaldırmak sakilliğini duyunca Gezi'deki çapulcu vandalizminin ülkeyi yangın yerine çevirdiği günlerde Doğan Medya'nın yayınlarını protesto amacıyla kırılan kapısının ziyaretgaha dönüştürülmesi geldi aklıma. Büyükelçiler, AB takımından siyasetçiler falan kırılan camekanın önünde hatıra fotoğrafı çektirmişti.
Kılıçdaroğlu'nun ayakkabısı ile selfie de yaparlar bu durumda.