Algı yönetimi, yaşadığımız yüzyılın en önemli etki araçlarından biri. Algıları yönetmek sayesinde koca bir toplumu değiştirebilir, var olanı yokmuş, yok olanı varmış gibi sunabilirsiniz.
Ayrıca bir topluma yeni alışkanlıklar kazandırmak veya mevcut alışkanlıklarından vazgeçirmek de mümkündür algı yönetimiyle.
Algı yönetimini en iyi kullanan alanlardan biri de sinema.
Özellikle Hollywood filmlerinde ülkemiz uyuşturucu, kaçakçılık ve her türlü suçların merkezi gibi gösterilmeye çalışılır.
Bir yalanı eğer çok kez tekrarlarsanız o artık doğru olarak kabul edilmeye başlanır.
Ülkemizin Batıda hâlâ "barbar" olarak tanınmasında bu tekrarların etkisi hiç de az değil.
Sultan Abdülhamid de algı yönetimine kurban edilenlerden birisi. Abdülhamid hakkındaki "Kızıl Sultan" nitelemesi o kadar çok tekrar edildi ki bu iftira bir süre sonra gerçekmiş gibi kabul edilmeye başlandı.
İslamofobi de algı yönetiminin meyvelerinden biri.
Üç-beş teröristin, hatta Batının kendi kurduğu örgütlerden yola çıkılarak pek çok İslami kuruluş terör örgütü olarak gösteriliyor. "Demokrasi getireceğiz" bahanesiyle İslam dünyasını kana bulayan ülkeler ise "demokrasinin beşiği" diye tanıtılıyor.
Algı yönetiminin bu olumsuz örneklerine karşılık güzel örnekleri de var.
Osmanlı zamanında cami cemaatini tesbihat yapmaya alıştırmak için ihdas edilen müezzinlik kurumu bugün hâlâ camilerimizde devam ediyor. Oysa İslam'ın ilk zamanlarında müezzinler sadece ezan okurdu. Tesbihatı ise herkes kendisi yapardı. Osmanlı, tesbihat yapma konusundaki zayıflığı aşıp bunu bir alışkanlık haline getirmek için müezzin eşliğinde tesbihat uygulamasını başlattı.
Bütün bunları niçin anlattık?
Pandeminin başlangıcıyla camilerimizde başlatılan sosyal mesafe uygulaması geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı kararıyla kaldırılmış olmasına rağmen maalesef zihinlerimizde yaşamaya devam ediyor.
Uygulamanın kaldırılmasından bugüne kılınan her iki Cuma namazında da cemaatin hâlâ safları sıklaştırmadığını gördüm.
Bu tespitim başkaları tarafından da dile getirilince algıların nasıl alışkanlık haline gelebileceğini acı bir şekilde anladım.
Eğer imamlarımız bu konuda bir an önce gerekli tedbirleri almazlarsa korkarım zihinlere yerleşmiş "sosyal mesafe" algısı yanlış bir uygulama olarak alışkanlık halinde yaşanmaya devam edecek.
İmamlarımıza düşen görev; farz namazların öncesinde safları sıklaştırmak noktasında cemaati uyarmak olmalıdır.
Pandemi öncesinde bu konuda hassas olan imamlar maalesef yasak kalkmış olmasına rağmen bu uyarıyı yapmaya bir türlü cesaret edemiyorlar.
Korkarız ki bu yanlış, imamlarımız tarafından da kabullenilmiş hale gelir ve kanıksanır.
Algıları yıkmak kolay değil tabii... Hele de alışkanlık haline gelmiş olanları.
Zihinlerimize yerleşen camide sosyal mesafe alışkanlığını bir an önce yıkmalıyız.
Müslümanların sosyal mesafe konusundaki bu algıları ne hikmetse eğlence mekanlarında, konser salonlarında, stadyumlarda yaşanmadı. Sosyal mesafe kuralının sıkı sıkıya uygulandığı günlerde bile insanlar eğlence mekanlarında, konser salonlarında dip dibe gelmekte bir sakınca görmediler.
İslami camianın bu algıyı alışkanlık haline getirmesi sanırım pandeminin ilk günlerinde umrecilere karşı yapılan algı yönetiminden kaynaklanıyor.
Kutsal beldelere umre ziyareti için giden insanımız, dönüşte özellikle bir kısım medya tarafından kurban seçilerek pandeminin nedeni olarak gösterildi.
Öyle görülüyor ki aylarca süren algı yönetimi muhafazakâr camia üzerinde etkili olmuş.
Biraz da medya tarafından oluşturulan algıların alışkanlık haline gelmeden önce yıkılması için bugün kılınacak cuma namazında bütün imamlarımızı, eskiden olduğu gibi "saflarımızı sık tutalım" çağrısını yapmaya davet ediyoruz.