Adalet Bakanlığı kamuoyunun 'Yenidoğan Çetesi' olarak yakından takip ettiği davaya çok ciddi şekilde yaklaşıyor. Savcı ve yargıçlar davaya özgü hale getirilerek sonucun en kısa zamanda aydınlanması amaçlanıyor mesela. Medya da işin üzerinde, aileler, Baro'lar yakından takip ediyor- edecekler davayı...
Sağlık Bakanlığı da ciddiyetle yaklaşıyor aynı davaya. Sağlık Bakanımızın özel hastanelerde hiç çalışmamış, kamu hizmeti ciddiyetinden gelmiş bir hekim olması da önemli bir durum... Davanın iki yüzü var; ilki ne yazık ki bile bile öldürülen çocuklar, diğeri ise sigorta kurumu üzerinden yapılan çıkar amaçlı bir suç; çetenin yolsuzluğu... Toplum olarak adaletin yerini bulmasını istiyoruz, suçlular en ağır şekilde cezalandırılmalı! İşin ucu hangi siyasetçiye, hangi idareciye dayanıyorsa dayansın, olayların aydınlanmasını istiyoruz.
Masum, ağzı var dili yok, melekler aleminden az evvel gelmiş yeryüzüne... Cennet kokulu bebekler. Hastanelere emanet edilmiş mazlum yavrularımıza, nasıl oldu da bu vahşi işkenceleri uyguladılar? Şeytanın bile kaçıp uzaklaşacağı, pis ve aşağılık mahluklar bu suçları işleyenler...
Bu arada toplumun sosyolojisiyle ciddi anlamda oynuyor üst üste gelen son facialar... Küçük kız Narin'in sırrı bir türlü kaldırılmayan katli, ırzına geçildiği için hayatını kaybeden zavallı bebek, çöplüğe atılı olarak bulunan garip bir başka yavru derken... Bebekleri çıkar sağlamak adına öldüren çete haberiyle, ruhlarımız adeta parçalanmakta...
Güvensizlik hissi sanki atmosferi kaplamış gibi. Herkes herkesten korkuyor, bıçaklama, yaralama, yankesicilik, silahlı saldırı gibi haberlerde seyrettiğimiz olaylar bize şunu sorduruyor; 'suçlular niçin cezalarını bulmuyorlar' Ve umutsuzluk... Umutsuzluk, bir güve gibi, hepimizi ilmek ilmek kemiriyor.
Siyasetçilerin özellikle yerel teşkilatçıların, TBMM'deki vekillerin, sivil toplum gruplarının, medyanın bu güvensizlik ve çöküş hallerini ciddiye alması gerekiyor. Çünkü toplumsal bir buhrana dönüşebilir bu zincirleme tepkiler. Mehmet Akif bunu 'izmihlal' olarak değerlendirmiş. Eğer ahlaki izmihlal (çöküntü) söz konusu ise, toplumsal mefkure ve milli ruh ciddi yara alır, diyor. Sadece dış koşullar, hizmet ve üretim üzerinden tartışıyoruz, hesaplaşıyoruz gündemi, oysa toplumun hissettiği emniyetsizlik, güvensizlik basbayağı çözümlenmesi gereken bir mesele ve gayet politik bir konu...
Bu arada infial yaratan 'yenidoğan çetesi' vakalarının tıp alemi üzerine kara bir gölge düşürmesine de engel olunmalı. Çünkü bir hasta ve hasta yakını olarak devlet hastanelerinde de özel hastanelerde yatmışlığım veya refakatçılığım var. Hekimlerimizin, hemşirelerimizin haklarını ödeyemeyiz. Çok zor koşullarda gece gündüz duraksız çalışıyorlar. Her mesleğin içinden kötü niyetliler, ahlaksızlar, hainler çıkar. Bu seferki şeytani bir çete ama eminim ki bu çetenin tıpla, tıbbın amaçladığı değerler ve hakikatlerle, herhangi bir alakası yok, çıkar elde etmek için, hastaneleri, hekim ve hemşire kimliklerini, ailelerin çaresizliklerini sömürmüşler... Bu kuşkusuz çok berbat ve çok ürkütücü... Ama bu birkaç sapık mahluk yüzünden, pandemi günlerinde herkes kendi aile fertlerinden bile kaçınırken hastalarımıza gece gündüz bakan hekimlerimizi karalayamayız. Vicdansız birkaç densiz yüzünden hemşirelerimizin üzerini çizemeyiz.
Gördünüz mü bir karanlık çetenin mal olduğu sonuçları? Neredeyse tüm sağlık sistemini töhmet altında bırakacak kara bir suç işlediler.
Denetimler elbette arttırılmalı, sağlık ve sosyal güvenlik korelasyonu konusunda, sistemin açıkları ciddi şekilde elden geçirilmeli, devlet hastanelerinden özel hastanelere sevkin önüne nasıl geçebileceğimize cevaplar aranmalı diye düşünüyoruz ilk elden...
Dava; gayet açık, saydam ve sarih şekilde yürürken, ciddi bir halkla ilişkiler planlamasıyla toplum her safhada aydınlatılmalı, yönetilemeyecek infiallere karşı uyanık olunmalı...
Her şeyden önce namuslu ve dürüst insanların yönettiği, denetlediği, geliştirdiği bir sistem kurulabilmeli. Yani işimiz önce insana odaklanıyor; vicdanlı, insaflı, merhametli, sorumluluk sahibi insanların yetişmesi esas amacımız olmalı...