Prof. Nilüfer Göle, Paris’teki son terör vahametini konuştuğu Ruşen Çakır’a iyimserliğini giderek yitirdiğini söyledi. Paris saldırısı, adeta bir dejavu etkisiyle herkesi yeniden Huntington’ın “medeniyetler çatışması” öngörüsüne savurmuşa benziyor. Nilüfer Göle’yi sosyoloji kamusunda özel kılan en önemli vasıflarından birisi, Huntington benzeri kült ve aşılmaz duvarlarla konuşmayan bir bilim insanı oluşudur. Bunu sadece bireyselliğe verdiği değer için değil, toplumsalı konuşurken bile ezber kategorilere hapsolmamış ve farklılıkları anlamaya çalışan eğilimi üzerinden de söylüyorum...
Paris saldırısını düzenleyenlerin bir medeniyeti temsil etmedikleri halde, bir medeniyete karşı olduklarını dile getiriyor Prof. Göle. Bunu Paris’teki kent yaşamına karşıtlık özelinden aktarıyor; kente hakim çok kültürlülüğe, müziğe, aşka, cumhuriyetçiliğe vurgu yaparak Paris dendiğinde zihinlerimize üşüşecek tüm ajandaları da işaret ederek... Kötümserliğe yaklaşan yorumu da tam buradan, terörün kentteki yaşamı imhayı hedeflediğinden çıkıyor.
Lakin bu saptamada beni tedirgin şey; Paris’teki terörün “yaşama biçimini hedef aldığı” söylemi. Bu bana Baba Bush’un, İkiz Kuleler faciasından sonra kullandığı; “bizim hayat tarzımıza yönelik bir saldırı” ifadesini ve akabinde dünya siyasetine hakim olan “şer ekseni” kutuplaşmasını da anımsattı...Nilüfer Göle gibi kutuplaşma karşıtı bir düşünürün yaklaştığı kötümserlik hissi üzerinde cidden düşünmeliyiz.
***
Benim tartışmaya eklemek istediğim soru ise terörün ne olduğuyla ilgili. Çünkü bizim şimdiye kadar bildiğimiz terörlerin, sivilleri hedef aldığında bile, “kent yaşamı” gibi sofistike bir hedefi olmazdı. Nitekim Fransa bunu sadece terörle mücadele cephesiyle ele almadı, “savaş” dedi. Ama burada da konvansiyonel “savaş”tan daha karmaşık bir durum var: “Fransızlar, Fransızları vurdu” cümlesi, hem savaş hem terör konusunda eski bildiklerimiz açısından yeni ve başka bir aşamayı işaret ediyor. Her ne olursa olsun, bunun daha sıkı bir güvenlik konseptine varacağını tahmin etmek hiç de zor değil... Bundan en çok etkilenecek kesimlerse Fransa gibi göçmeni, kaçağı, melezi çok olan toplumların dezavantajlı kesimleri veya tartışmanın uzağında maalesef sesleri ve ölümleri hiç işitilmeyecek, önemli de bulunmayacak halklar... DAEŞ’in bedelini ödeyecek masum Suriyeliler gibi mesela... Dejavu demiştim en başta, İkiz Kulelerin bedelini Irak’ta öldürülerek ödeyen/ödeyemeyen her şeyden habersiz 1.5 milyon Iraklı’yı kaçımız hatırlıyoruz... Irak diye bir şey var mı daha doğrusu?
Prof. Göle’nin; “Bir medeniyeti temsil etmiyorlar ama bir medeniyete karşılar” yorumunun üzerine İslami kesim düşünürlerinin de zihin yorması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Göle, bugünkü politik dili rehin almış “İslami Terör” yaftasının, ezberinin karşısında, terörizmin İslam medeniyetini temsil etmediğini söyleyen dünyada kabul görmüş nadir seslerden.
İslam medeniyetinin temsili gibi büyük bir iddiayı yekpare bir bloklaşma olarak da görmediğimi söylemeliyim. İslam medeniyetinin temsillerinden gitmek, meseleyi hem daha reel hem daha çeşitli hale getirecektir. Peki bizim medeni temsiller konusunda neleri icra ettiğimize bakalım. DAEŞ’in gırtlak kesen fotoğraflarının her şeyi boğduğu bir eşikte, elimizde ne var?
Türkiye’nin gerek cumhuriyet öncesinden bu yana demokratikleşmeye dair siyasi tecrübesi, gerekse radikalizme asla saplanmamış mütedeyyin hayatı, halen yitirilmedik toplumsal irfani geleneği, temsil noktasında önemli bir tematik imkan sunuyor İslam dünyası adına. Bu görünürlüğün çoğalması ve çeşitlenmesi gerekiyor. Sunulması da. Türkiye’den dünyaya açılacak sanat, bilim, kültür etkinliklerinin önemi her zamankinden daha değerli...
***
Bu temenniyi dile getirirken, dünya çapındaki algı mühendislerinin bayıldığı “iyi İslam/kötü İslam” müzevirliğinden hiç de hazzetmediğimi de ifade etmeliyim. Ama hayat, teorinin önünde akıyor işte.
Uzun işgal yılları, sömürgeciliğe maruz kalış, diktatörler, savaşlar, açlık ve yoksulluk, adaletsizlik gibi ağır afetler altında halen varoluş mücadelesi vermekte olan İslam toplumları için evet çok ağır bir sorumluluk bedeli; “I’m Muslim not terrorist” demek ve bir de bunu ispat etme zorunluluğu...
İspat etmek zorunda mıyız, nedir bu hep savunma hep savunma dediğinizi duyar gibiyim. Ben de isyan ediyorum kıstırıldığımız bu haleti ruhiyeye... .
Bu ülkeden yükselecek vicdan çağrısı bu yüzden çok değerli.